confessions

nushirevan

1. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 1686
  2. takipçi 16
  3. puan 0

bir türlü açıklanamayan sorular

nushirevan
Neden diyet ürünler, normalinden daha pahalı? Hayır bu zıkkımın içine şeker, yağ vs. koymuyorsunuz da diyet olmuyor mu? Ulen bi ürünün içeriğini eksilttiğimizde niye daha pahalı oluyor? Sadece parası da değil, kalorisi de saçmalık dolu. Bi bisküvi 500 kalori ise, diyet bisküvi 470 kalori.. Napalım biz 30 kalori daha az yiyecez diye talaş gibi bisküvi mi yiyeceğiz? 500 kalori olan ürünün diyeti 150, 200 kalori olur. Dünyada böyle değil ama bizim ülkemizde neden böyle anlamış değilim.

türkiye'de mizah

nushirevan
Mizah'ın sadece muhalif olmakla mümkün olduğunu zanneden, seküler ve sığ kafalı oyuncular tarafından gerçekleştirilen gülmecedir. Elbette mizah eleştirel bir dildir ve Elbette mizah muhalif olabilir. Ancak sadece muhalif mizah, mizahın kolayına kaçmaktır. Hani diyor ya şair:

"Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen
İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.
'Hadi gel yapalım şunu' desen
Bir Süleyman bir de Sinan gerek"

Sistemin işlemeyen çarklarını bulup, bunun üzerine oynamak kolaydır. Çünkü insanın yaratılışında esasen bu özellik vardır. Şimdi biri sizi alıp, dünyanın en iyi yağlıboya tablosunun önüne koysalar ve incelemeni söyleseler, eserin bütününe bakıp yorumlamak yerine yaklaşıp ters vurulan fırça darbeleri ile ilgilenirsiniz. Eserin sahibi dışındaki herkes için; eserdeki hata, eserin sahibi ol(a)mayanlar için birer ego tatminidir. "Güzel yapmış ama.. bak şurda bi leke var"

Hata bulmakla ilgili güzel bir örnek var:

"7 asır önce, 7 beyaz güvercin bir dağın tepesine doğru süzülerek uçtular. Uçuşu izleyen 7 adamdan biri, "7.güvercinin kanadında, küçük beyaz bir nokta gördüm" dedi. Bugün o vadideki insanlar, eskiden dağın karlı zirvesine doğru uçan 7 siyah güvercinden bahsediyorlar"

O küçücük siyah nokta, hata arayıp bulmakla övünen biz aciz mizahşörler için gerçeğin saptırılmasına ve sonunda kendi yalanımıza inanmamıza yol açtı.

Yine başka bir örnek yine Mimar Sinan'dan:

Sinan Süleymaniye'yi bitirdiğinde ahali toplanıp ustalık eserini hayranlıkla izlemektedir. Oradaki işgüzar bir çocuk "yahu sanki şu minare biraz eğri değil mi?" Diye sorar kalabalıkta. Sinan bunu duyar duymaz ustalara emreder, derhal kalın urganlarla minare tutulup tersi yönde çekilerek düzeltilecek. Ustalar bile bu saçma emir karşısında şaşar kalırlar ama Sinan bu, sözü dinlenir. Ustalar urganı minareye geçirip çekmeye başlarlar. Bir çeker iki çeker.. Sinan çocuğa "şimdi oldu mu?" diye sorar. Çocuk da "oldu ustam oldu" der. Olaydan sonra ustalar Sinan'a sorar: "aman efendim, biz bir çocuğun sözünü dikkate almanızı garipsedik ama bize asıl saçma gelen, sizin gibi büyük bir mimarın urganla minare düzeltilebileceğini düşünmesi" deyince Sinan gülümser: "ben de biliyorum usta minarenin bu şekilde düzeltilmeyeceğini. Üstelik minaremiz de dümdüzdü. Biz bunu yaparak çocuğun gözündeki eğriliği düzelttik. Eğer yapmasaydık çevresindeki kalabalık da buna inanabilirdi"

İnsanoğlu böyledir. Önüne bir şaheser bile koysan içindeki noksana, hataya dikkat kesiliverir. Turkiyedeki mizah da 100 yıldır bunu yapıyor. Algılarımız öyle kapalı ki, mizahın başka türlü yapılamayacağını da kanıksamış durumdayız. Mizah muhalif olmazsa komik olmayacağı düşüncesi, bir asırdır bizde nakış nakış işlenen bir mevzu. Karagöz Hacivat'tan, Nasreddin Hoca'ya kadar gelen kültürel bir mizah mirasımız var. Ancak yahudi carl ebert ile başlayan modern tiyatro ve sinema başta olmak üzere, sanat sektörünün her dalında ithal anlayışlar geliştirdik. Zamanla bu hezeyan öyle bir noktaya geldi ki, muhalif değilsen mizah yapamazsın. Tiyatro oynayamaz, Sanat yapamazsın. Kabul görmez çünkü.

Şu (bkz:#76289) giride, güldür güldür show ekibinin, bu kalitesiz, sığ mizah anlayışından beslendiğini ve bir ideolojik kaygı güttüğünden bahsetmiştim. Yine bir fragmana denk geldim:



Burada "batı bizi kıskanıyor" tezi üzerinden mizah yapmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Muhtemelen sunucuda da a haber'deki erkan tan'dan esinlenmişler. Buraya kadar sıkıntı yok. Zira zaten kendisi karikatür gibi bir tip. Burada yine siyasi bir amaç güdülüyor, yine muhalif kesime selam çakılıyor, bunda da sıkıntı yok. Belli ki kendi elit tabakanız dışında, sırça köşklerinizde yaşarken nasıl halktan kopuksanız, batıyı ziyaret ettiğinizde de aynı elit tabakadan aşağı inmiyor ve işi irdelemiyorsunuz. Orasını anladık. Bakın ben hep şu imrenilen Hollanda'nın vatandaşıyım. Hollanda gündemini de yakından takip ediyorum. Orada bir grup elit dışında, hayatından memnun olan ve Türkiye dendiğinde gözlerinin içi parlamayan yok ama ben şimdi bunu ispat çabasına girmeyeceğim. Diyelim ki sizin dediğiniz gibi olsun. Ülkemiz zor durumda, battık, bittik ama biz siyasi müdahelelerle "batı bizi kıskanıyor" yalanını tekrar ediyoruz. İnandırılmışız buna, böyle kabul edelim. Benim sorunum şu: peki sizin bu bizi yere gömerkenki neşenizin amacı nedir? Eleştirel mizah mı bu? Bittik, öldük, insanlar zor durumda ya? Açlıktan ölenler var değil mi ülkemde? Peki bu ölümler, bu eksikler, bu fukaralık bir gülmecenin konusu mu olmalıydı? Hakikaten orada oturup, "hahahaha hakkaten öldük bittik ama televizyonlar bunu söylemiyorlar" diye gülen adamın psikolojisini merak ediyorum. Siz nasıl bir creme de la creme sosyetesiniz de insanların içinde olduğunu düşündüğünüz bu çaresizliği mizah unsuru haline getirip ona gülebiliyorsunuz? Ama şaşırmadık değil mi? Koronanın ilk günlerinde de yaptılar bunu. Henüz milyonları bulmamışken, çinle, virüsle dalganızı geçtiniz.. Ta ki sizi bulana, annenizi babanızı, babaannenizi, amcanızı yakalayıp öldürene dek değil mi?

Türkiye'de mizah bu kadar basit olmamalı. Türkiye'de sanat bu kadar dar kalıplara sıkıştırılmamalı.

sezen aksu

nushirevan
Bugünlerde; yıllar önce bir şarkısında "selam söyleyin o cahil havva ile ademe" dediği için linç edilen sanatçı. Bırakın kardeşim derdiniz ne adem peygamber ne de islami duyar kasma filan. Bilindiği gibi bu ablanın fetö ile organik bir bağı var. Dileyenler bir nesil öncesini araştırabilir. Büyük ihtimalle aklına karpuz kabuğu düşen akl-ı evvel birisi, sanat-fetö ilişkilerini tekrar gündeme getirmek amacıyla bir kartopu attı, o da yuvarlandı çığ oldu. Yoksa yıllar önce yazılmış sözler, neden bu kadar zaman sonra gündem olsun? Şimdi doğruya doğru, Ben de 2005'te yazılan şu eser (bkz:#65386) hakkında 2019 yılında buraya giri yazmıştım. Ama benim sosyal medyadaki tepkim albüm çıktığı yıl oldu. Verecekseniz zamanında vereceksiniz bu tepkileri. Yıllar sonra gidip geçmişi karıştırmanızın ardında art niyet olmaması imkânsız.

Öte yandan şu sanatçıları değerlendirilirken; sanat hayatı ile özel hayatını bi ayırın arkadaş. Sanat hayatında muhteşem işler yapan kişi, özel hayatında tam tersi yönde açıklamalar yapabiliyor. Misal Ahmet Kaya muhteşem bir yorumcudur ama gel gör ki ideolojisi beğenilerimin yanına dahi yaklaşamaz. Bunu şu (bkz:#51027) giri'de de yazmıştım. Sezen aksu da iyi bir besteci, güfteci, yorumcu olabilir. Özel hayatında ne olduğu, bana dikte edilmediği müddetçe de umrumda değil.

trafik cezası

nushirevan
Trafik kuralları ihlal edildiğinde kesilen cezalardır. Sözlükte karşılığı bu ama aslen "devlete ek gelir" desek daha doğru olur. Bugün itibariyle, hız sınırını yüzde 30 aştığım için 888 TL ceza yemişim. Cezanın kesildiği mahalde 90 hız tabelası duruyor. Bana kesilen cezada 65 km hız limiti diyor. Esasen bu giri'nin sebebi de cezalardaki hak arayışındaki imkânsızlıklar. Şimdi bana bir ceza gelmiş değil mi? Kesilen cezada 65 km hız sınırı diyor ama tabelada 90 var. Şu halde itiraz etmem gerek değil mi? Ama işin aslı o değil. Ben kendime güveniyorum, itiraz etmeliyim, adamlar bana delil göstermiyorlar. Sadece yargı yoluyla görebilirim. Mahkemeye taşıdığımda eğer haksız bulunursam, mahkeme masrafını da bana kitliyorlar. Yok, haklı mı bulundum? Kısas olarak mahkeme masrafını ödemeleri lazım değil mi? Yook, yine ben ödüyorum cayır cayır.. Hak mı bu? Olmadı. Tamam, sosyal devlet melekelerimiz gelişti ama bunun karşılığını trafikte hakkını aramaya gerek duymayanlardan çıkarmak da ne bileyim..
1
nurse nurse
Körü körüne 888 tl. İçim acıdı. Geçmiş olsun

omicron

nushirevan
Zırt pırt varyant geliştiren koronavirüs yüzünden bilim adamların illallah edip "la olm her ülkeye özel varyant mı tanımlıycaz? Ortak bi isim bulalım" diyerek uydurdukları yeni virüs tanımı. "Acayip havalı bi söylenişi var" diye düşünürken 2021 yapımı oxygen filminde kayrojenik uyku kapsülünde uyanan kadıncağızın adı olduğunu hatırladım. Yapay zekâ kadına "omicron 267 uyandın. Bi rahat dur. O eli bi indircen omicron 267" tarzında konuşuyordu. Eğer virüse yunan alfabesinin 15. Harfini koymadılarsa, akciğere hücum eden virüse oksijen adlı bir filmden isim bulmaları garipsenemezdi. (bkz:bgv)

a house on the bayou

nushirevan
2021 yapımı amerikan korku/gerilim/gizem türündeki filmi.



Bir amerikan ailesinin ıssızlığın ortasında bir eve taşınması ve orada garip olaylar yaşaması, hollywood'un vazgeçemediği klişelerden. Hani biz nasıl konaklı, töreli, ağalı diziler devşiriyorsak, adamlar da bir perili ev tutturmuş gidiyorlar. Ancak bu yapım, onlardan biraz olsun ayrılıyor. Neden mi? Çünkü ben bu yapım kadar kötü oyunculuk, kötü sanat yönetimi ve kötü reji görmedim fakat film tüm bunlara rağmen vasatın üstüne çıkacak kadar yeterli gizem unsurlarına sahip. Hani filmi izledikten sonra şunu düşünüyorsunuz: "ulen bu hikaye, iyi oyuncular ve iyi bir yönetmenin elinde negzel olurdu beee"

Evet film kalitesi oldukça düşük. Özellikle oyunculuklar ve diyaloglar flash tv'den hallice. Buna rağmen, adeta bir stephen king romanı okuyormuşcasına merak ettiriyor ve kendini izlettiriyor. Bilenler bilir, King usta Maine başta olmak üzere, neredeyse tüm hikayelerini kasabalar ve küçük yerleşim birimleri üzerine kurar. Bu hikaye de böyle bir kasabada geçiyor.



Hikayemiz, boşanma aşamasına gelmiş bir çiftin evliliklerini 14 yaşındaki kızları için kurtarma çabasıyla bir taşra evine tatile gitmeleri ile başlıyor. Büyük evde çevreyi tanımak isteyen aile bireyleri kasabaya uğradıklarında yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı ile tanışıyorlar. Eve döndükleri günün akşamında bu ikili emr-i vaki yaparak, kendilerini akşam yemeğine davet ettiriyorlar. O saatten sonra olaylar garip bir hal almaya başlıyor ve korku dolu bir yaşam mücadelesi başlıyor. Bu ikili aileden ne istiyor? Evin gizemi ne? Geri kalanı izleyip görebilirsiniz.

Yukarıda da dediğim gibi, göz kanatacak kötü oyunculuklar, berbat bir sanat ve vasat bir reji var ama bu kalitesizliğin ortasında bir Stephen king tadı aldım ben. O yüzden böylesine dandik bir filmi bugün burada tavsiye etme cesaretini de gösteriyorum affınıza sığınarak.

Puanım: 6/10

el paramo

nushirevan
2021 yapımı, korku/gerilim/gizem türünde, ispanyol netflix filmi.



Filmi az önce bitirdim. Kafamda bazı sorular vardı ve interneti taramaya başladım. Türkçe olarak hiç bir yorum bulamadım. Sanıyorum bu ilk olacak.

Öncelikle bambaşka bir filmle karşı karşıyayız arkadaşlar. Çünkü filmi sonuna kadar merak ve gerilimle izlememe rağmen, bir yanım "ne izledim ben şimdi?" sorusunu sordu durdu. Filmden sonra arkadaşlarıma tavsiye edip etmeme arasında kaldım. Bu duyguyu en son 2017 yapımı "Mother!" Filminde yaşamıştım. Daha sonra filmin metaforik anlamları olduğunu keşfettiğimde, filmin esasen neredeyse bir şaheser olduğunu fark ettim. Bu filmde de, bunun gibi bir olay var mı tam çözemedim. O yüzden "bir izleme tavsiyesi değildir" diye not düşmeliyim (bkz:bgv)

Gelelim filme: Film dünya savaşlarının sıkıntılı zamanlarında, savaşın kötülüğünden kaçmak ve huzurlu bir hayat yaşamak için ıssız bir yerde yaşayan bir aileyi anlatıyor.



Melankolik, garip bir hayat yaşayan ailemizin hayatı, nehirden gelen bir sandalla değişir. Sandalda yaralı bir adam vardır. Adamın kısa sürede ölmesi sonucu verilen kararlar, yapılan yanlışlar ardı ardına gelir ve ev ahalisinin aklî dengeleri bozulmaya başlar. Hiçliğin ortasındaki bir kulübede, korkuyla beslenen bir yaratık kapıyı zorlamaktadır.



Film merak unsurunu daima diri tutuyor. "Aile bireylerine neler oluyor, dışarıdaki tehlike nedir, aile bireyleri hayatta kalabilecekler mi" diye düşünürken, filmin ortasına kadar geliveriyorsunuz. Ha, korku konusunda çok başarılı olduğu söylenemez. Gerilimi de aile bireylerini kaybetme korkusu üzerinden veriyor. Ancak o da vasat kalıyor. Yaratık konusunda ümitleniyorsunuz ama o da karanlıklar arasında seçmeniz zor (gece izleyin bu yüzden) Hikaye garip, diyaloglar alışılmış olmayınca, filmi izlettiren tek şey merak kalıyor. Korktum mu? Hayır. Gerildim mi? Eeeh.. Gizemli mi? Ha, o var işte..

Puanım: 6.5/10

türkiye'de habercilik

nushirevan
Bugün fox'un sabah haberlerini izledim de bu başlık aklıma geldi. algı operasyonu diye bir başlık olsaydı oraya yazacaktım ama buraya kısmetmiş. Anlatacağım ama önce biraz geçmişe gidelim:

Rte, bir otobüsün üstündeydi ve halka hitap ediyordu. Gelen şehit haberleri vardı. Muhalefet terör örgütünden önce, hükümet partisini suçlamakla meşguldü. Teröre lanet okumaksızın, erdoğan hunharca eleştiriliyordu. Canına tak etmiş olmalı ki prompter dışına çıkıp "bu bir savaş! Elbette mücadele edilecek, şehit de gelecek, gazi de gelecek. Şehitlik büyük bir mertebedir, asker ocağı peygamber ocağıdır" minvalinde bir savunma yaptı. Ardından "Herhalde askerlik yan gelip yatma yeri değildir." Deyiverdi. Normal algıya sahip herkes, "elbette değildir" demesi gerekirken, bir anda infial oldu. Muhalefet televizyonlarda erdoğan'ın "askerlik yan gelip yatma yeridir" dediğini iddia etti. Bakın abartmıyorum, gerçekten söylediler bunu. İnanılır gibi değil, değil mi? Bugün bu cümleyi kurduğumuz zaman, erdoğan'ın sanki yanlış bir cümle kurduğu algısına sahibiz.

Yine abd'nin iran ambargosunu delerek, ülkeye döviz ve altının el altından kazandırıldığı bir operasyon yapıldı. Siz bunu 17-25 Aralık veya "ayakkabı kutuları" diye hatırlıyorsunuz. O paraların orada ne işi vardı? Kimin parasıydı? Nereden gelmişti ve kim kutulara yerleştirmişti? Soruları sorulmuyordu. Heryerde aynı muhabbet vardı: "ayakkabı kutuları!" Gerçekten işin özünü bilen dahi yoktu. Bugün bile bu muhabbeti açanlara yukarıdaki soruları sorun, cevap veremiyorlar. Çok ilginç değil mi?

İşte bu ve bunun gibi algı operasyonlarını yapabilmek için, türkiye'deki habercilik anlayışını iyi irdelemek gerekir. Eğer bir olay, karşıt tarafa saldırmak için gerekiyorsa, olay basitleştirilir ve sembollere dönüştürülür. 17-25 Aralık, ayakkabı kutuları gibi.. Kısa ve öz. "128 milyar dolar" gibi mesela. Konunun iç yüzünün saldırgan taraf için bilinmesine gerek yoktur. Sadece sembolleri kullanması yeterlidir.

- Ayakkabı kutuları!
+ İran ambargosunu delerek..
- Hayır! Bunlar hırsız! Haramzade!
+ Birader İran iç pazarındaki amerikan şirketleri...
- Hayır! Ayakkabı kutularını anlat sen!
+ Tamam, bak; ülkeye giren gayrı resmi nakit akışından alınacak verginin..
- Baaak işte hırsızsınız! Ayakkabı kutularıııı!
+ Anlatıyorum bak dinle..
- Ayakkabıııı kutularıııı!
+....
- Bişey diyemezsin tabi troll seni! Aktrol! Ak-it!

Ne acı değil mi? Karşılıklı münazara edemeyen münakaşa manyaklığıyla, politize olmuş şuursuz bir muhalefet..

-128 milyar dolar nerede?
+ Sayıyorum, Bist'te gerçekleşen...
-128 milyar dolar!
+ Evet, bak şimdi, finans şirketleri borsadaki dolar yükünü..
- 128 dolar milyarı!
+ Ne? Dur, anlatıyorum..
- 120 dolar 8'inin milyarı..
+ Anlamıyorum, dinlersen bak..
- 100 dolar 28 milyar!
+... İyi misin? Bi doktora gidelim mi?
- Dolar! Milyar, sen bu doları naaptın? Muş!
+.. Peki..

Bugün fox sabah haberlerinde ismail küçükkaya chp'nin soruşturma önergesini haber yapıyor. Chp grubu, cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşma ile doların bir anda düşmesinin ardının araştırılmasını talep ediyor, cumhurbaşkanlığı "kur korumalı" sistem sayesinde olduğu şeklinde cevap veriyor. muhalefet tatmin olmadığı gibi, bu arada birilerinin zenginleştiği iddiasını ortaya atıyor. Fakat bu haber dile getirilirken, "20 aralık operasyonu" alt başlığı ile "20 aralık" söz öbeğini defalarca ama defalarca kullanıyorlar. Bir kaç kez tekrar ettikten sonra saymaya başladım, 2 dakikalık videoda 6 defa ttelaffuz ettiler. Eminim başından izlesem 10'u bulur. İmkanı olanlar, bu sabah yayınlanan fox haberini tekrar izlesin. Nasıl da olayı sembolleştirme çabasına giriyor, nasıl da fetö taktikleri kullanılıyor, siz de görün..

Yazık, yazık.. adam gibi muhalefet edin. Kötünün iyisi muharrem ince, bari fox onu kollasa diyeceğim ama fox'un bütün ipleri ip'te, meral akşener'de anlaşılan..

kaval kemiğindeki geçmeyen acı

nushirevan
Yıllarca çekilebilecek acıdır. Yıllar önce kaval kemiğinizi kazara bir yerlere vurmuşsunuzdur. O günlerde üzeri çürümüş, daha sonra hiç bir müdahaleye gerek duymadan zamanla geçmiştir. Yıllar geçtikçe fark edersiniz ki, kaval kemiğinde bozuk para kadar renk değişimi yaratan bu çürüğün acısı aslında hiç geçmemiştir. Birazcık baskı uyguladığınızda ilk günkü gibi acı verir. Travmatik bir darbe değil, adeta cadı kralın frodo'ya sapladığı morgul kılıcı yarasıdır. Yıllar geçse de, dokunulduğunda halen acıyan bir yaranın neden iyileşmediğini merak eder durursunuz sonra. Bir bende sanıyordum, eşimde de varmış. Bir dostuma söyledim, aynı semptomları o da gösteriyormuş. "Yok artık" dedim 1-2 kişiye daha sordum, 1'inde daha çıktı. Anladım ki bu oldukça yaygın, hani neredeyse 10 kişinin 4'ünde görülebilen bir rahatsızlıkmış. Tıbbi bir adı var mı bilmiyorum, yoksa da benim keşfim olabileceğinden adını "morgul darbesi" koyulmasını rica ediyorum (bkz:bgv)

Sözlük yazarlarının yaşadığı en garip deneyimler

nushirevan
Bingöl'de görev yaparken, Diyarbakır Lice yollarında aracım bozuldu. Güvenlik gerekçesiyle gsm operatörlerinin çekim alanı da yok. Telefon çekse bi çekici filan arayacağım. Aksi gibi yolda da kimse yok geç saatler olduğundan dolayı. Arabada bekledim bir süre ama etraf zifiri karanlık. Yıldız dahi yok gökyüzünde. Telefonumun ışığını fener niyetine tutup en yakın ışık kaynağına doğru yürümeye başladım. Çevrede hayvan sesleri var ama kurt mu tilki mi çakal mıydı bilmem. Bir elimde telefonun ışığı, diğer elimde bi sopa gecenin 2'sinde Lice yollarındayım. Arabadan 4-5 km uzaklaştığımı varsayıyorum, bastırdı mı bir de yağmur? Işık kaynağına da var 3-4 km kadar. Bir kulübe gibi bir yer. Neyse gecenin o yarısında, araç geçmeyen yolda Allah'a emanet yürüdüm. Nihayet ışık kaynağı olarak gördüğüm su deposuna vardım. 1 tane 45'lik ampül koymuşlar, zifiri karanlığın içinde projektör gibi aydınlık görmüşüm. Yağmur da bastırdı iyiden iyiye. Deponun çatısının su oluklarının çıkıntısına sığındım. Yarım saat kadar orada kaldım. Yağmurun şiddeti geçince ileride bir kaç ışık kaynağı daha gördüm. Yağmur hafifti ama zaten ıslanacağım kadar ıslanmıştım. Artık risk alıp yoldan değil, önümdeki tepelerden geçmeye başladım. O sırada yeni ışık kaynağımın hareket etmeye başladığını gördüm. Yavaş yavaş bana doğru geliyorlardı. Elimdeki feneri sağa sola sallayıp dikkatlerini çektim. Baktım ki bunlar jandarma ve güvenlik güçleri. Silahlarını bana doğrultmuşlardı. Ben durumumu anlatınca, görevde olduklarını beni en yakın yerleşim birimine bırakarak yardımcı olabileceklerini söylediler. Bindim akrebe, bir kasaba gibi bir yerde indim. Saat sabah 4-5 gibiydi ama yorgunluktan bitkin düşmüştüm. Ortalık aydınlanmaya başlayınca, köye 1-2 km kadar yakın olduğumu, aslında eski bir mermer fabrikasında olduğumu farkettim. Köye yürümeye takatim yoktu. Fabrika kapısına dayanıp bekledim. Sabah 6'da bir güvenlik görevlisi geldi. Durumumu izah ettim ama gözlerim açılmıyor, ayakta uyuyacağım neredeyse. Fabrikada gece nöbetine kalan güvenlik görevlisi Diyarbakır merkez'e gidecekmiş. Özel arabasına bindik yola çıktık. Çok yorgun olduğum için ara ara uyumuşum. Ama her uyanık olduğumda simge sağın'ın yankı şarkısını çaldığını duydum ototeypten. Bir uyandım, simge, iki uyandım yine simge, lan ben bu kasedin hep aynı yerinde mi uyanıyorum yoksa deyip meraktan şarkı bitene kadar uyanık kaldım. İşte o an bu giri'ye sebep olan garipliğe şahit oldum. Güvenlik görevlisi, bu şarkıyı loop'a almış ve 8 saatlik versiyonunu cd yaptırmış. 100 km boyunca aynı şarkı dönüp durdu. "Lan kapat yeter artık!" da diyemedim. Şimdi nerede o şarkıyı duysam, anksiyetem depreşiyor. Dinlemiyorum, dinletmiyorum.

bencillik

nushirevan
Aslında ben buna "benmerkeziyetçilik" de diyorum. Olan biten her şeyden kendine pay çıkarmak, başkalarını önemsememek için insanın hayatının merkezine kendi egosunu alması gerekir.

Fatih'in kardeş katli yasası, her ne kadar günümüzün değer yargılarıyla bakıldığında vahşi bir cinayet gibi görülse de, bizim kabul edemeyeceğimiz boyutta bir fedakârlık örneğidir. Şimdi size sorsalar, deseler ki "ya kundaktaki kardeşini öldürteceksin, ya da Mogadişu'daki tüm kadın, yaşlı ve çocuklar ölecek" Bizim değer yargılarımız, "banane mogadişudan hıaa.." derdi. Oysa mecelle kaidesi "çoğunluğun faydası için kişinin zararı kabul edilebilir" der mealen. O zamanki liderler, kervansaraylar, imarethaneler açarak günün değil, gelecek nesilleri düşündüğünü ispatlamışlardı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, bu kadim gelenek yerini bencil bir devlet yönetimine bıraktı. Balık baştan kokarmış. Bu da, bir çok güzel hasletle donatılmış milletimizi bencil bir toplum haline dönüştürdü. Düşünsenize, karadenizde bir doğalgaz bulundu. Bulunan rezervin, devletimize katkısı devasa! Biz bu işlerde yeni olduğumuzdan, kaynağı yer altından çıkarıp kullanıma almak için biraz zaman gerekiyordu. Çevrenizde görmüşsünüzdür, ne oldu ilk defa açıklandığında? 85 milyonun yüreklerinde tek soru vardı: e o zaman bu doğalgaz ne zaman ucuzlayacak?

Farkettiniz mi bencilliği? Madem doğalgaz çıkmış, benim cebime yansısın, ben ucuz kullanayım, ben zengin olayım! Ne idiiiiiik, ne olduk görüyor musunuz? Elbette ben de isterim faydasını görmek ama bırak lan! Biz devleti ana-baba biliriz. Benim torunum bedava doğalgaz kullansın, varsın ben kullanmayım! Ama yook! Ne oldu? Devlet yap-işlet-devret sistemiyle bütçeden tek kuruş çıkarmadan köprüler yaptı değil mi? Bunları şirketlere 40 yıl, 60 yıl kiraladı. Biz ne konuşuyoruz? Köprü geçiş ücretlerini.. Torunlarımıza bir miras bıraktığımızın farkında bile değiliz. Onların bedava geçebilmesi için ödüyoruz bu ücretleri ama umursamıyoruz bile. Dna kodlarımıza kadar işledi bu bencillik. Sıradan bir ptt sırasında bile, kaşla göz arasında kaynak yapıp 1-2 kişi öne geçmeyi marifet sanan bir dönüşüm geçirdik ne yazık ki. "Komşum açken ben tok yatamam"lardan, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın"lara döndük gitti. Var mı çevrenizde kurban eti dağıtan komşu? Kaldı mı? Oysa hatırlayın bundan 20 yıl önce, kurbanı kesip kesmediğine bakmaksızın herkes birbirine kendi kurbanından ikram ederdi. Ahh ah.. Benciliz bencil.. Değildik bir zamanlar..

faiz

nushirevan
Cumhur başkanımızın tezine göre sebeptir, enflasyon ise neticedir. Neticeyi leyla ile mecnun jargonunda söylüyorsa katılıyorum, zira hepimiz bu yüksek zamlarla neticelere geldik, doğrudur. Öte yandan bu tezin ispatlanabilirliği, sadece tecrübe edilerek anlaşılabilir. Bunu bugünkü genel kabul görmüş iktisat bilimi ile simüle edemiyorsun çünkü. Diliyorum Reis bu konuda da haklı çıkar da, milli ekomonik bir devrime de imza atmış oluruz.
3 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol