confessions

sunset

1. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 43
  2. takipçi 0
  3. puan 0

ilkokul öğretmenine mesajın

sunset
Kesinlikle cinsiyet kimliğine saygısızlık yapmak istemediğimi baştan belirtmek isterim.
2000-2001 senesi sınıf öğretmenimiz gül gibi saygılı ve hoşgörülü bir eğitim gönüllüsüydü, emekli oldu. 2001-2002 dönem öğretmeni ise yerine gelmiş bir öğretmendi. Ufak çocuğuz, herkesin kafasında bir soru işareti var. "bu hoca kadın mi yoksa erkek mi?".
Herkes bu sorunun cevabını merak etmekte, sert bir karaktere sahip olan bu eğitmenin başlarda kadın olduğunu sanmaktaydık, ilköğretimden ortaöğretime geçişte bir kadınla birlikte olduğuna şahit olduk. Her neyse konuyu pek dağıtmadan toparlayalım. Cinsiyet önemli değil, asıl konumuz bu değil zaten.
Amacımız bu eğitmen olacak şahsiyete kısa bir not bırakmak olacaktır. hayatında hiçbir başarı elde edemeyecek, insanlıktan hiçbir şey öğrenemeyecek olan bir eğitmene dair kısa bir anektod paylaşalım: Zengin-fakir öğrenci ayrımı, başarılı kızların/kadınların (bilgi sahibi olan her derste tahtaya kaldırılan/kalkan akıllı öğrenciler) ayrı bir yerde tutulması, sürekli söz hakkı verilmesi, poh pohlanması pozitif ayrımcılığın örneklerinden birisidir.
Erkeklere gelecek olursak itilen kakılan, bir şeylerden anlamayan bom boş öğrenci olduğunu zanneden, sürekli azarlanan yeri gelince de azarlanan öğrenci potansiyeline sahiptik. Birkaç erkek öğrenci hariç (yine zengin kesim).
Sınavlarda hemen hemen aynı şeyleri bildiğimiz, bilebildiğimiz halde bizim sınavlarımız düşük gelirdi, kızlar takdir veya teşekkür ile mükafatlanırken bizler birkaç puanlarla teşekkür ya da takdiri kaçırmış olurduk. Böyle bir eğitmen yüzünden de okuldan soğumalar gerçekleşmiş olurdu, aylak öğrenci olma statüsünde emin adımlarla ilerlerdik. Okul hayatı boyunca bir baltaya sap olamama, bilgi ve beceri (kabiliyet) eksikliği ve buna benzer şeylerle itham edildik desek yeridir.
Kıssadan hisse konuyu toparlayalım derken daha da içime ettik gibi bir his oluştu, her neyse yine toparlamaya çalışalım madem.
İşin özeti eğitmen, saygı ve sevgiyi öğrencilerine hissettirebilmeli. Yeni bir bilgiyi karşı tarafa en iyi şekilde ulaştırabilmeli. Her öğrenciye eşit olarak katkı sağlayabilmeli, aynı değeri alan çocuğu hayata olumlu bakmasına alıştırabilmeli.
İlk eğitimi aldığımız yerde, öğrenci okuluna isteyerek ve severek gidebilmeli. Hata yapan öğrenci cezalandırılırken yanlışını bilebilmeli ve öğrenebilmeli, dayak bir çözüm olmamalı (dayak yemedim, yiyen arkadaşlarım çoktu hepsi de aylak tayfadan).
Yaklaşık 20 sene olmak üzere, ben bu anektodu paylaşırken burada da öğretmen olma adayında bulunan arkadaşlara nasıl yol izlemeliler, neler yapmasalar daha iyi bir bağ kurabilirler derdindeyim. 19 yıl önce bana saygı gösteren bir öğretmenim olmuş olsaydı, belki farklı bir yerde olabilirdim. Aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşlarımızın birçoğu iyi yerlerde, demiyorum ki hocadan kaynaklı. Farklı olabilirdi diye varsayımda bulunuyorum.
Son olarak; "sayın eğitmenim, sizin ben var ya!" demek yerine, "umarım daha iyi bir eğitmen olmuşsunuzdur ve ilerideki nesillere iyi bir izlenim bırakmışsınızdır" diyerek notumu tamamlıyorum.
Ayrıca; "Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" alıntısını da şöyle bir köşeye bırakmak istiyorum.

oz

sunset
gelmiş geçmiş en iyi yabancı dizilerden bir tanesidir. hapishane dizileri arasında zirvede olduğunu düşündüğüm diziydi.
adebisi ve ryan sevdiğim karakterlerdendi.

cumhur abi

sunset
bir demet tiyatro'da var olduğu belli olan fakat izleyiciye gösterilmeyen hayali karakter. biraz tokatçı abimiz olsa da hayatımızda bu tür insanları bulundurmamak en doğrusu.
ama anne cumhur abi çok iyi birisi.

modern family

sunset
komedi dizisi. 3 ailenin etrafında dönen olayların döngüsüdür.
her bölümde izleyiciyi düşündürdüğünü düşünüyorum. düz bir dizi izliyormuşcasına izlemek yerine dikkatli bir biçimde izlenirse ince ince değinmeler gözlemleniyor. ayrıca ailenin sorunları aşmaları, pek de zor olmuyor. birlikten kuvvet doğar mantığıyla iyi şeyler yapıp üstesinden gelebiliyorlar.

the godfather part 3

sunset
the godfather serisinin son filmi. serinin en güzel filmi diyebilirim. bunu söylememdeki amaçlardan bir tanesi aksiyonun biraz daha az olup dramı iliklerinize kadar hissettirmiş olmaları olacaktır.
don vito corleone'den hemen sonra başa geçen don micheal corleone artık daha iyi birisi olmaya çalışır, yeniden kendisini o işlerin içerisinde bulur. vito corleone'nin ölen oğlunun (sonny corleone) gayrimeşru çocuklarından birisi olan vincent corleone başa geçer.
serinin en güzel filmi diyorum çünkü gerçekten güzel. micheal oğlunun istediğini yapabilmesine fırsat tanıyor, bu gayet başarılı bir karar. filmin sonunda kızının ve kendisinin ölümü tamamen yıkıma sebebiyet veriyor.

raging bull

sunset
jake la motta'nın hayatını konu edinen martin scorsese filmi. martin scorsese filmi özellikle siyah beyaz çekmiştir. bu renkli filmlerin dayanıksızlığına karşı bir protesto maksadı taşımaktadır. robert de niro'nun performansı gayet üst düzeydedir, oynadığı fimler arasında belki de en iyi filmidir.
karakteristik yapısı sürekli yenme arzusu güden bir boksörün kendisini ve etrafında bulunan kişilerle iletişimini konu edinir. ana karakterimiz de niro hırçın, yenme arzusu güden ve kıskanç bir yapıdadır.
jake la motta karakterinin bilerek kaybettiği maçtan sonra soyunma odasında ağlayışı, abisine sarılıp öptüğü sahne, hapishanede tek başına sinir krizi geçirdiği sahnede robert de niro yine oyunculuğunun zirvesindeydi.
de niro'nun taxi driver filmindeki "you talkin' to me?" repliği, kızgın boğa filminde ise de niro'nun kardeşi ve menajeri olan joe pesci'ye sarfettiği "did you fuck my wife?" (kıskançlık boyutunun aşırı ilerlemesi) filmin en güzel sahnelerinden birisidir.
bir boksörün hırs uğruna en yukarıya kadar ulaşıp seri bir çöküşle yıkımını gösteren bu film gayet başarılı olmuştur.
filmin sonlarına doğru 25 kilo almış jake la motta'nın komedyenlik yapmaya çalışırken batırması, ortamı germesi, seyircilerle polemiğe girmesi durumu o kadar güzel oynanmış, aktarılmıştır ki, seyirci adeta o anı yaşar. bütün duyguyu kapar.

taxi driver

sunset
1976 martin scorsese yapımı bir filmdir. paul schrader'ın kitabından sinemaya uyarlanmıştır.
travis isimli vietnam gazisinin hayattan intikam alışını konu edinir. başrolünde robert de niro vardır, filmi çekici kılan pek çok detaylar vardır. oyunculuklar, baş karakterin jest ve mimikleri ve kamera açıları filmi güzel kılan detaylardan sadece birkaçıdır.
adaletin yetersiz kaldığı yerde travis'in kendisini ön plana çıkarttığı ve tanrıya yardımcı olduğu bir film olmuştur.
uyku düzensizliği olan travis geceleri uyuyamadığından taksi şöförlüğü yapmaktadır.
bir keresinde vali adayını taksisine alır. kendisine şehirle ilgili bir soru soran ve ne yapmasını istediğini merak eden vali adayına; "ben siyasetten anlamam, efendim" diyen travis, vali adayının diretmesi üzerine güzel bir cevap verir.
"bu şehir kokuyor efendim. hem insanlık adına hem de normal anlamda. toptan bir temizliğe ihtiyacı var."
hoşlandığı kadını porno filmine götürmesi de kendisinin sapık bir varlık olduğunun aksine, doğru sözü söyleyen saf ve temiz kişilik olduğunu göstermektedir.
en güzel sahnelerinden bir tanesi aynada kendisiyle konuşup silahı çekip aynı soruyu defalarca tekrarlamasıdır.
filmin sonunda ölmediğini görüyoruz lakin neden hapiste değil, hem bir gazi hem de iyi bir insan savunucusu olduğundan mı tam çözemedim orası bende oturmayan şey oldu.


"dinleyin adi herifler, serseriler. bu adam artık size eyvallah demeyecek. izin de vermeyecek. dinleyin huur çocukları, adi herifler. bu adam artık size eyvallah demeyecek. bu adam pisliğin, serseriliğin, köpeklerin ve adiliğin karşısında".

one flew over the cuckoo's nest

sunset
1975 yapımı milos forman yönetmenliğinde çekilen kült filmlerden bir tanesidir. ken kesey'in romanını filme uyarlayan forman gayet güzel de bir film ortaya çıkarmıştır. filmin başrollerini jack nicholson (randle patrick mcmurphy), louise fletcher (nurse mildred ratched) ve danny de vito (martini) paylaşmaktadır. film tamamiyle güzellikleri içinde barındırır. bunca insan deliyken bir tek bizler mi akıllıyız dedirtir.
randle patrcik mcmurphy'nin hapishane hayatından sonra bir baltaya sap olamamasının nedeninin araştırılması için bir sinir ve ruh hastalıkları merkezine gönderilmesiyle film başlar. filmi güzel kılan versuslardan birisi kendisinin deli ya da deli olmadığını kanıtlama gibi bir vazife içinde görmemesi, zamanı dolduğunda (kendi tahmini süresi çok kısa bir süre; iplerin kendi elinde olduğunu zannetmektedir) çıkıp gidebileceğini varsayar.
işlerin tıkırında gitmesi imkansızlaşacak derecede bir karmaşaya dönüşür ve orada ruh ve sinir hastaları ile beraber terapi görmektedir.
diğerlerinin birbirinden farklı rahatsızlıkları olsa da mcmurphy'nin gelişinden sonra birçoğu için mutlu olmaya yetecek şeyleri gözler önüne sermişlerdir. onlarla parti yapması, otobüsü kaçırıp balık tutmaları onları moral olarak üstün seviyeye çıkartacaktır.
mcmurphy ile hiçbir şekilde anlaşamayan, uzlaşamayan hemşiremiz hep kendi bildiğini okur. ne kadar gıcık edici bir karakteri olsa da terapist bir doktor olması onun o şekilde davranması gerektiğini ve kendi bildiği doğruları yapmasını bizlere vura vura gösterdiler.
içeride olaylar gelişirken mcmurphy kendisini dumura uğratacak bir varyasyonu duyar ve tamamiyle kendisini bir hüzün kaplar, ruh hastaları olarak nitelendirdiğimiz birkaç kişinin kendi istekleri doğrultusunda gönüllü olarak oraya katıldıklarını ve diledikleri zaman çıkıp gidebileceklerini, kendisinin ise ancak doktorların öngörmesi üzerine çıkıp gideceğini öğrenmesiyle birlikte kaçış planları düzenlemeye başlar.
filmin başından beri dans eden bir amcamız var o ne güzel bir oyuncu öyle, bir otur soluklan yiğenim dercesine her neyse.
filmde billy adında kendi isteklerini yapmakta güçlük çekip korkak gibi yaşayan, herkesten çekinen bir de üstüne kekeme olan bir oyuncumuz var. onun bile kendisine olan özgüvenini sağlamaya yetecek harekette bulunan ana karakterimiz çok iyi bir iş becermiştir aslında.
filmin başından beri sağır ve dilsiz olarak nitelendirilen iri yarı cüsseli bir beyimiz var. tabii ki o da işin püf noktası. onun bile tezgahını bulan ana karakterimiz gayet iyi bir şekilde onunla da samimi olur. kanada'ya gitme arzusu olan kızılderili arkadaş filmin sonunda kaçar gider fakat ana karakteri öldürür de gider.
aslında ana karakterle birlikte gidecekleri kesin olduğu halde bir olay meydana gelir, billy istenmeyen olayı yapması neticesinde kendisinin korkutulduğunu farkedip intihar girişiminde bulunur. sonuç olarak ölür. bunu gören ana karakterimiz tamamiyle aklı başı yerinde olduğu halde delirir.
delirmesi sonucu bütün dünya ile iletişimi kopan birisinin daha da acı çekmemesi adına iri yarı arkadaşımız şef tarafından yastıkla boğulup öldürülür.

a clockwork orange

sunset
antony burgess'in bir romanıdır. stanley kubrick tarafından 1971 yılında filme alınmıştır.
geleceğin britanya'sında, gençlerden oluşan bir çete her gece savunmasız insanlara saldırmakta, dövmekte ve tecavüz etmektedirler. gençlerden biri çeteyle zıtlaşınca onu gruptan atıp polisin yakalamasını sağlarlar. cezasını azaltmak için kendisine bir tür beyin yıkama sayılacak bir terapi yapılmasını kabul eden alex, dışarı çıktığında artık şiddetten nefret etmektedir ama geçmişi onu rahat bırakmaz...
klasik müzik eşliğinde şiddetin ne denli kötü bir şey olduğuna ilişkin şeyleri suratımıza çarptığı güzel bir film.
en acımasız sahnelerinden birisi alex'in kadını fena halde öldürmesidir.

en acımasız sahnelerinden bir tanesi için tıklayınız.

the usual suspects

sunset
1995 yapımı filmdir. güzel bir aldatmaca taktiği ile karşımıza çıkmış olan filmdir, kevin spacey de insan mı yahu dercesine hayretler içerisinde bırakıyor.
hastanede yatan şahsın kayser söze, kayser söze diyerek ondan korkması güzel bir işarettir.
güzel sözlerden birkaç tanesini derleyelim;
"şeytanın yaptığı en büyük kurnazlık, tüm dünyayı yaşamadığına inandırmakmış."
"doesn't believe the god, but he has fear of it. i believe in the god, but my only fear is keyser söze... ('tanrı'ya inanmam ama ondan korkarım'' demişti. ben tanrı'ya inanıyorum ve beni korkutan tek şey kayser soze...)"
"çünkü sen aptalsın!
çünkü sen zayıfsın!"
"one cannot be betrayed if one has no people"
kayser söze'nin karısını ve çocuklarını öldürdüğü sahne de normal bir insandan beklenecek türde davranış değildi zati.

the shining

sunset
stephan king'in medyum isimli kitabından uyarlanmış, kubrick yapımı bir filmdir. filmde göze çarpan detaylar biraz abartılı bir biçimde işlenmiş olsa da filmi güzel yapan detaylar da göze çarpmaktadır.
redrum sahnesi efsaneler arasındadır. redrum yani murder bir cinayetin olacağına işarettir.
film genel olarak güzel olsa da tam olarak beni kendisine bağladı demem mümkün olmayacaktır, daha iyi olabilirdi gibi sanki.
redrum sahnesi için tıklayınız.

diğer güzel sahnelerinden birisi daha evvel burada öldürülen iki çocuğa ait video;

goodfellas

sunset
1990 yılında çekilen gangster filmi. baş rollerinde robert de niro ve ray liotta yer almaktadır. henry hill'in gözünden gördüğümüz film çetenin iç yüzünü gözler önüne sermiştir. yaklaşık iki saat yirmi beş dakikalık bir filmde sıkıcı denilecek yerler yok denecek kadar azdı.
henry hill küçük yaşta paulie adında mafya babasının yanına kapağı atmıştır. bir suça bulaşıp, diğerlerini gammazlamamasından dolayı aileden birisi olmayı başarmıştır.
henry hill, jimmy ve tommy sıkı dostturlar. işleri beraber görmeye başlarlar. kazanç elde edip paulie'ye çalışırlar. bir zaman sonra bu işlerden kazanç elde etme işi kendilerine dönünce bir şekilde patron uyanır, uyanan patron bir başkasının yani tommy'nin yeni patron olacağını belirtir ve kendisini davet eder. tommy suikast sonucu ölür. paralar jimmy'de toplandığından dolayı henry onun alt zümresinde hisseder ve jimmy bunu iliklerine dek hissettirir (kazancını kokainden elde eder. büyük bir soygun yaparlar ve soygunda parayı düzensiz şekilde harcayanları tek tek öldürürler, kanıt bırakmazlar).
henry kokain üretmek ve alış-verişini üstlenir en sonunda ise enselenir. içeriye girip çıktıktan sonra, yaptığı yanlışın bilincinde olup beş parasız şekilde kalır ve son çare olarak paulie'nin yanına gider. paulie artık onu istemediğini ve artık sırtını döndüğünü belirtir.
jimmy'nin henry'i öldürteceğini kendisi de biliyordu ve son çare olarak tanık koruma programına katılır. ve hem paulie'nin hem de jimmy'nin hapise girmesini sağlar.
henry tanık koruma programında tamamen özgür olduğunu ve tamamen temiz bir yaşayış içinde olduğunu buyurur. güzel de bir son ile karşımıza çıkar. son sahneye giden link ise aşağıdadır. sözlerin türkçe karşılığı da şu şekildedir;
"ve şimdi her şey bitti, işte bu en zor kısmı. bugün her şey çok farklı. hiç hareket yok. ben de diğerleri gibi oturup beklemek zorundayım. yiyecek adam gibi bir şey bile yok. buraya gelince domates soslu spagetti ısmarladım. ketçaplı makarna getirdiler. ( :)) ) ben de artık herkes gibi biriyim. hayatımın sonuna kadar bir gerzek gibi yaşamak zorundayım.

beni oraya götür:

the godfather 2

sunset
baba filminin ikinci serisi.

micheal carleone'nin mafya koltuğunun en tepesine oturmasından sonraki hesaplaşmayı gösterir, birinci parta göre daha az aksiyon gözler önüne serilir. bu bölümde babanın geçmişinden nasıl bu koltuğa gelişine dair açıklamalara yer verilmiştir. onun dışında carleone ailesi hiçbir zaman tam olarak kaybeden taraf olmaz, kendi iç sorunlarını bir şekilde halleder ve yoluna pürüzsüz bir biçimde devam eder.
al paçino'da oyunculuğunu büyük bir ustalıkla sergiler. babanın gençliğini de robert de niro oynar o da büyük bir ustalık sergiler.
ayrıca mike'in, öz abisini öldürme işlemi annesinin ölümünden sonra gerçekleşmesini istemesi ve daha sonra öldürtmesi de güzel sahnelerden birisidir.

gods of egypt

sunset
mısır tanrıları olarak dilimize çevrilen 2016 çıkışlı filmdir. adından da anlaşılacağı üzere abartılı bir film olup konusuyla izleyiciyi etkilemiştir. babasını tahttan indirmek için türlü yollara başvuran bir tanrının zulmü ile aileden olmayan başka birisinin tanrı oluşunu konu edinmiştir.

fury

sunset
öfke olarak dilimize çevrilmiş filmdir. filmde ağır şartlar altında yağmacı olarak yakıp yıktıkları yerlerde konaklama kadınlara, alkollere çökmeleri baya dikkat çekmiştir. filmde iki tane kadın ile kahvaltı yapan pitt'in hiç bir şekilde dokunulmayacak uyarısını yapması falan gayet dikkat çekiciydi.
savaşmaktan silah tutmaktan dahi korkan gencin korkusunu yenip atağa geçişini konu edinmişler. savaşın kirli yüzü açıkça gözler önüne serilmiş olup başarılı olunmuştur.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol