confessions

kerim

1. nesil Yazar - - Yazar -

  1. toplam entry 154
  2. takipçi 10
  3. puan 0

kerim

kerim
burada yeniyim, bir kaç giri yazayım dedim, giri ne demek arkadaş kim icat etmiş bunu bu nasıl bir tanımlama "giri" neyse bunu geçiyorum :) sağ olsun bazı arkadaşlar beğenip sıcak bir karşılama yapmışlar. Hoş geldin demişler hoşbulduk efendim :) fakat bana dair yüksek beklentileri de beni strese sokmadı değil, kendilerine teşekkür edip cevap yazayım mı yazmayım mı diye kararsız kaldım bir süre. Dedim ya yeniyim henüz kuralları okumadım, açıkçası okumayı düşünmüyorum :) Buradan kendilerine teşekkürü de borç bilir en içten sevgi ve saygılarımı sunarım.

şehit savcı mehmet selim kiraz

kerim
31 Mart 2015 günü İstanbul Adalet Sarayı'nda, “Berkin Elvan soruşturmasının ilerletilmediği” iddiasıyla DHKP-C'li teröristler tarafından rehin alındıktan sonra şehit edildi. Rabbim peygamberimize komşu eylesin.
İşin üzücü tarafı ise bu DHKP-C terör örgütüne malumunuz olan parti yıllarca hamilik yaptı, hatta şehit savcımıza üzülmek yerine öldürülen DHKP-C li teröristlerin" istenilseydi sağ olarak teslim alınabilirlerdi" gibi saçma açıklamalar yaptılar.

tesettürlü insana hakaret eden varlık

kerim
bahse konu hakaret videosu ciddi bir adileşmenin yanında müzmin muhaliflerdeki psikolojik bunalıma işaret etmektedir. Kin ve nefret duyguları bu insan müsveddesinin gerçeklik algısını bozmuştur. Yıllarca küçümsedikleri insanların görünürlüğü arttıkça akıl sağlıkları da bozulacaktır. Bunlar iflah olmaz bence, çözüm denizin diğer tarafına geçsinler.

muhsin yazıcıoğlu

kerim
FETÖ'nün kendileri ile çalışması için yaptıkları ihanet teklifini reddettiği için şehit edilmiştir.

edit:
Şehit MuhsinYazıcıoğlu suikastının faili FETÖ, imalı ve kinayeli bir şekilde aylarca Erdoğan'ı suçlamıştı.

Kendisi de aynı örgütün hedefinde olan birisinin o zamanlarda bu cinayetin üstüne gidebilecek imkana sahip olmadığını anladığımızda 15 temmuz hain darbe girişimi olmuştu. 15 Temmuz'da Marmaris'te Erdoğan'a suikast düzenlemek isteyen ekipte olan Aydın Özsıcak ve Davut Uçum'un, Yazıcıoğlunu arama kurtarma timinde yer alan helikopterdeki hayati öneme sahip “kayıt cihazlarını” çaldıkları tespit edildi.

Helikopterin düşmesinden birkaç saat sonra dönemin Kahramanmaraş Emniyet İstihbarat Müdürü Dursun Özmen, “Yazıcıoğlu'nun sağ olarak bulunduğu ancak ayağının kırık olduğu ve hastaneye götürüldüğü” şeklinde bir bilgi notu geçti. Bu bilgi notu kamuoyunda büyük ses getirse de helikopter kazadan tam 3 gün sonra bulunabildi ve helikopterdeki herkesin hayatını kaybettiği anlaşıldı. Yazıcıoğlu'nun naaşı bulunduğunda, ayağının kırık olduğu tespit edildi. 3 gün öncesinden Yazıcıoğlu'nun ayağının kırık olduğunu bilen Emniyet Müdürü Dursun Özmen, darbe girişiminden sonra 28 Temmuz'da tutuklandı.

Bu suikasttan veya arama çalışmalarını yanlış yönlendirdiği için içeride yatan bir kaç FETÖ'cü var fakat hala tam olarak aydınlatılamamış olması çok üzücüdür. Bunda şüphesiz en önemli neden suikastı araştıranların da 15 Temmuz sürecinde FETÖ'cü olduklarının ortaya çıkmış olmasıydı.

levent gültekin

kerim
Eski gazetecidir, eskiden medyada daha çok görünen bu doğan görünümlü modifiye şahsiyet, son olarak “ezan kutsal değil” diye yaptığı soysuzca açıklamanın sahibidir. Bu tür açıklamalarıyla olumsuz da olsa hak etmediği ilgiden memnun olduğunu düşünmeye başladım.

kendi yağımızla kavrulmak

kerim
kendi yağımızla kavruluyoruz

Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayıp kendi yağında kavrulanlarla yuvarlanıp gidenlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz! Bir kısmımız ise kavrulanlar ve yuvarlananlar arasında bir yerlerde bulunuyoruz.

Kendi yağımız ne demek? Neden kavrulmayı veya yuvarlanmayı tercih ediyoruz? Bütün bunlara verilecek bir cevap da mutlaka vardır. Vel hasılı kelam sevgili kardeşim, sen hangisini tercih ediyorsun? Mutlaka senin de yuvarlandığın ya da kavrulduğun günler olmuştur. Benim kendi yağında kavrulanlar ile yuvarlanıp gidenler için zaman zaman endişelendiğim de olmuştur! Özellikle yuvarlanıp gitmek nedense teslimiyeti ve vaz geçmişliği çağrıştırıyor. Bu nedenle olmalı ki çok içime sinen bir kavram değildir. Yuvarlanıp gitmek yerine her şeyi kontrol altına alamasak da alabildiklerimizi almakta fayda vardır. Her zaman her şeyi kontrol altına alamayabiliriz ama tamamen teslimiyet de başımızı gözümüzü bir yerlere çarpmaya neden olabilir.

Aslında bizim insanımızın çoğunluğu kendi yağında kavrulmayı tercih eder. Kurban bayramında kesilen kurbanları bile kendi yağı ile kavurmayı tercih eder ki bundan dolayıdır! Bu nedenle olmalı ki kendi yağı ile kavrulmak ve yuvarlanıp gitmek gibi kalıplaşmış ifadeleri sık kullanıyoruz. Biraz da “iyiyim” ya da “kötüyüm” diyemeyeceğimiz durumlarda bize bir kapı açar. Böylelikle en zor soruya, “nasılsın” sorusuna “kendi yağımızla kavrularak” ya da “yuvarlanıp giderek” cevap vermeyi tercih ediyoruz. Çünkü “Nasılsın?” sorusu kendi dikkatimizi üzerimize çeken, ilgilenen ve denetleyen bir tutum takınmamıza da yardımcı olur. Bu durumda kendimizden bir haber vermiş olacağımız için kavrulup yuvarlanıyoruz. Peki, karşımızdaki ne yapıyor? “Ha, iyiymiş” kavrulup yuvarlanıp gidiyormuş, bir sıkıntı yok” deyip muhabbete devam ediyor. Sormak istiyorum, bunun neresi iyi? Kavrulup yuvarlanıp gitmeye karşı bu kayıtsızlığımız daha ne kadar sürecek!

Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmama meselesine gelince bu mesele daha derin bir meseledir! Oysa milletçe etliye de sütlüye de olan ilgimizi sağır sultan bile duymuştur! Niye yalan söylüyoruz? Bir toplu yemek organizasyonu gördüğümüzde oradaki etliye karışmak için hep birlikte bir çaba göstermiyor muyuz? Ya da sütlü bir tatlı gördüğümüzde daha yok mu diye bakan bakışlarımızı nasıl unutacağız! Kısaca ben şöyle bir bakıyorum! “Şöyle bir bakmak” da nasıl olur diye merak etmiyor da değilim! Konuyu dağıtmamak adına “şöyle bir bakmak” konusunu es geçiyorum! İleride hatırlatırsanız bu konuya tekrar girebiliriz. Evet, bence de kavrulup yuvarlanıp gidiyoruz ama çok zaman etliye de sütlüye de karışıyoruz. Hatta süte bal da katıp karıştırıyoruz. Buna en önemli delil de toplu yemek organizasyonlarına gösterdiğimiz ilgi ve alakadır. Ha, elbette geleneksel Konya pilavına ilgi göstermek için birçok sebebimiz var. Kim kiminle oturuyor! Ya da kim kiminle oturmuyor! Garsonun nereli olduğundan başlayıp ortak bir nokta bulduktan sonra “yeğenim, bu masaya iyi bak” demek için gösterilen çabalar sofrada bulunanların sosyalleşmesine ciddi katkıları olmaktadır. Geleneksel Konya Pilavı dedim de Bamya çorbasından helvasına, deniz üstü ya da altı etli pilava uzanan kaşıkların dili olsa da konuşsa…

Şimdi yemeyi içmeyi bırakalım da sadete gelelim! Bugün çocuklarımızı tehdit eden her türlü sorun geleceğimizi de tehdit etmektedir. Çünkü geleceğimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin iyi yetiştirilmiş olmasına bağlıdır. Bu nedenle onların eğitimine, yetişmesine ve gelişmesine yönelik imkânların geliştirilip artırılması gerekmektedir. Özellikle toplumsal problemlerin çözümünde yöneticiler kadar sivil inisiyatiflerin de katkısı ve desteğine ihtiyaç vardır. Bunun için de kendi zamanımızdan fedakârlık yapıp taşın altına elimizi koymadıkça problemlerin kendiliğinden çözülmesini beklemeyelim. Sadece sosyal medyadan paylaşımlar yapmak da çözüm için yeterli olmayacaktır. Artık kendi yağımızla kavrulmayı bir kenara bırakıp meşru sınırlar içerisinde elimizden geleni yapmalıyız.

türkiyede muhalefet

kerim
Eskiden sinema filmlerinde kötülerin "seni artist yapacağız" diye kızları kandırdığı gibi Türkiye'deki muhalefet de "sizi iktidar yapacağız" diye gazozuna ilaç atılıp kötü yola düşürülmüştür. Çok üzücü olsa da gerçekler acıdır.

kitap okumak

kerim
Ben metroda kitap okuyan Japonlar ya da parkta kitap okuyan Almanlar konusunun abartıldığını düşünüyorum...
En iyi bizim insanımız okuyor, kendi bildiğini okuyor!!!

eşeğin gölgesi

kerim
Eski Yunanistan'ın büyük hatibi Demosten ülkeyi ilgilendiren önemli bir mesele hakkında Atinalılar'a hitap etmeye çalışıyor, fakat halk pek ilgilenmiyordu. Büyük hatip, bunun üzerine konusunu değiştirdi.

“Bir adam, evindeki eşyasını bir diğer köye götürmesi için eşek kiraladı. Sahibi de, eşeği ile birlikte gideceğini söyledi; eşeğin işi bitince, hayvanı geri getirecekti. Öğle üzeri, yemek için mola verildi. Güneş, yakarcasına kızdırıyordu. Eşeği kiralayan, hayvanın gölgesine uzanarak dinlenmek istedi. Eşeğin sahibi “sen, sadece eşeği kiraladın, gölgesini değil. Eşeğin gölgesinde ben dinleneceğim.” Eşeği kiralayan adam ise; “hayvanı, her şeyi ile kiraladığını söyleyerek, hayvanın gölgesinde dinlenme hakkının da kendisinin olduğunu iddia etti.”

Demosten, konuşmasının bu noktasında durdu ve kürsüden ayrılmak için davrandı. Fakat dinleyiciler, hep bir ağızdan, kürsüden ayrılmamasını, eşeğin gölgesinin kimin üzerinde kaldığını söylemesini istediler. Çağın bu büyük hatibi, o zaman bağırarak dedi ki: “Siz ne aptal insanlarsınız. Sizi çok yakından ilgilendiren hayati bir mesele üzerindeki konuşmayı dinlemek istemiyor ama eşeğin gölgesiyle ilgileniyorsunuz…”

Dünyanın büyük hatiplerinden biri sayılan Demosten, Atinalıların önemli bir konudaki duyarsızlığına ve ilgisizliğine mizahi bir üslupla tepkisini böyle dile getirmişti. 2400 yıl sonrasında günümüzde de insanlar önemli konulardan ziyade böyle kendilerini çok da ilgilendirmeyen meselelere daha fazla eğilim ve ilgi duyuyorlar. Her zaman bir Demosten gibi bir hatibi bulmak ve dinlemek mümkün olmayabilir. Bunun için bizler, insanları dinlerken, okurken çarpıcı ve farklı, aksesuarlı sözler, cümleler beklemeyi bir kenara bırakmalıyız. Çünkü bazen çok önemli, bizi değiştiren ve geliştiren bilgileri, sıradan olduğunu düşündüğümüz bilgilerden veya kişilerden edinmişizdir.

Doğrular her zaman iyi konuşan, iyi görünümlü, sempatik güler yüzlü insanlardan çıkmaz, fiziki görünüm, güzel etkileyici sözler bizleri doğruluktan ayırabilir, bu nedenle kimin söylediğine değil, ne söylendiğine de bakmak en doğrusu olacaktır. Görüntüye aldanıp, okumaktan, dinlemekten imtina ettiğimiz insanlara, eşeğin gölgesi meselesine verdiğimiz değer kadar değer verip dinleme ve anlama çabası göstersek, daha değerli bir çaba göstermiş oluruz. Çünkü çok dinlemek istediğimiz insanlardan bir şeyler öğrenirken, dinlemek istemediğimiz, itici geldiğini düşündüğümüz insanlardan da mutlaka öğreneceklerimiz vardır.

Birisi, Eşeğin gölgesi kimin hakkı mı dedi? Gerçekte bu eşeğin gölgesi meselesi ne beni, ne de sizi çok alakadar eden bir mevzu değildir. En azından bir eşeğimiz yok, olsaydı bile gölgesi ile alakalı bir tartışma yaşar mıydık, şüpheli, zaten günümüzde de, başımıza gelmezdi. Bu nedenle, öz eleştiri de yapayım ki, eleştirilere hazırlıklı olalım, bizi ilgilendirmeyen konulara yoğunlaşarak, enerji ve zaman israfında bulunmayalım. Zaten içinde bulunduğumuz dönemde yeteri kadar sorunlarımız var, ilgi ve dikkatimizi çekmeye çalışmaktadırlar.
1
can can
👏👏👏

ekşi sözlük

kerim
Biraz önce güven sözlüğe karşı bazı yazarlarının haksız eleştirilerini görünce (neymiş, güven sözlük güvenli interneti hatırlatıyormuş, devlet kontrolünde imiş, oysa internet özgürlük demekmiş) bunların özgürlük anlayışının Recep İvedik gibi olmak olduğunu anladım, yani "biz istediğimiz yerde osuralım, istediğimiz yerde sıçalım" diyorlar bunu da özgürlük zannediyorlar gerçekten hayvani bir özgürlük gerçek özgürlük değildir, özlü sözleri ambalajlayıp paketleyip servis etmek istiyorum ama konunun anlaşıldığını düşünerek bu kadarı şimdilik yeterli diyeceğim artık

bizim zamanımızda böyle değildi

kerim
Bizim zamanımızda “Şöyle yoksulluk ve imkansızlık vardı. Giyecek kıyafet, yiyecek ekmek bulamazdık, şimdiki çocuklar şanslı, her imkanları var” denilerek çocukları ve gençleri baskı altına alıp onların suçluluk psikoloji yaşamalarına neden olan klişeleşmiş bir sözdür. Haklılık payı olsa bile çok tekrarı bir zaman sonra sıkmaktadır. Bence her dönem kendi koşulları içerisinde değerlendirilmelidir.

etli ekmek

kerim
İçinde çeşitli baharatlar, sebzeler, kıyma veya kuşbaşının ince açılmış hamurun üzerinde kara fırında pişirilerek kızarmış bir şekilde servis edilen etliekmek, Konya'ya ait güzel bir damak lezzetidir.

Konya üzerine yürütülen kara propagandalara teslim olmuş ipotekli zihinlerin Konya'mıza ve Konyalılara karşı bitmez tükenmez bir kin ve nefretleri vardır. Gerici, yobaz ve aşırı dincilikle itham edilirken yerli lezzetimiz olan etliekmek dahi es geçilmemiş ve “etliekmek kafalı” olmakla itham edilmişizdir.

Konya'nın ekmeğini yiyip suyunu içtiği halde utanmadan arlanmadan kösele gibi yüzleriyle bu şehre hakaret etmekten de vazgeçmeyenlere dikkatle baktığınızda önemli psikolojik problemler yaşadığını görürsünüz!

Peki, Konyalı ne yapmış diye bakalım? Konya her türlü dayatma ve baskıya karşı milli ve manevi kimliğini muhafaza etmiş güçlü bir arka planı olan şehirdir. Tarihin her döneminde olduğu gibi cumhuriyet döneminde İslami değerlere sahip çıkan insanlara destek olmuş, 15 Temmuz'da meydanları doldurarak vatanına sahip çıkmış bu şehrin insanları neyi yapmadı ki “etliekmek kafalı” gibi seviyesiz söylemlere yakıştırılıyor. Benim anladığım Konya'nın ve Konyalıların yaptıkları her zaman hakikatin savunucusu olmak dışında bir şey yoktur. Etliekmek kafalılık bu ise evet biz etliekmek kafalıyız! Bu arada etliekmek faydalı ve besin değeri yüksek bir besindir. Böyle söyleyenlere de tavsiyem, hemen bir pideciye gidip kendilerine etliekmek siparişi versinler. Böylece hem karınları doyacaktır hem de zihinsel gelişimleri için ciddi bir adım atacaklardır. İçinde çeşitli baharatlar ve sebzelerle kıyma veya kuşbaşının ince açılmış hamurun üzerinde kara fırında pişirilerek kızarmış bir şekilde servis edilmesi Konyalıların zeki olduklarını göstermektedir.

uydurulmuş dinden indirilmiş dine

kerim
son yıllarda sünneti reddeden mealcilerin çıkarmış olduğu saçma slogan, bunlara göre sadece kuran yeter, sünnet şirk oluyormuş. bunu diyen hoca kılıklı insana bakıyorsun kuranı açıklamak için onlarca kitap yazıyor ve takipçilerine açıklamalar yapıyor, adama sormazlar mı hani kuran yetiyordu sünnete gerek yoktu diye, kendisini sözüm ona sünnet yerine koyuyor. Bunlar kuranı siper edinip sünnete ateş ederek sınırlı bilgiye sahip insanları başlıktaki gibi sloganlarla etkilemeye çalışıyorlar, maalesef bazen başarıyorlar, kim mi bunlar; bunlar mustafa isyanoğlu, mehmet okuyan, edip yüksel, Aziz bayındır ve İhsan eliaçık gibi vb. kişilerin adı ön planda geçiyor.
Oysa kuranda namazın nasıl kılınacağı yazmaz, bunun gibi bir çok ibadeti peygamber efendimizin sünnetini aktaran hadis ravilerinden öğrenmişizdir.

oltadaki balık

kerim
Olta ile tutulan herhangi balığı ifade eder.
Ayrıca Nelson Rockefeller'ın 1960'lar Türkiye'si için söylediği sözdür. Tabii o zamanlar Türkiye'de at oynatıyorlardı şimdi casus ve uşakları o kadar hoplayamıyorlar, en çok hoplayan bir casusları, 2 yıl içeride hapsettikten sonra serbest bırakılmıştı. fetö köpekleri de 15 temmuzdan sonra kuyruklarını kıstırıp abd'ye kaçmışlardı.

türkiye'den bilim insanı çıkmamasının sebebi

kerim
Beyin göçü kavramını ilk duyduğumda bunun neden ülkemize olumsuz etkileri olduğunu, kalanların bu boşluğu neden dolduramadığı gibi sorular zihnimi epeyce meşgul ederdi.
Kendisini geliştirmek ve daha iyi şartlarda yaşayıp çok gelir elde etmek için eskiden ABD veya Batı'ya göç eden nitelikli insanlara saygı duymakla birlikte bugün ülkemizde Beyin Göçü için yeterli neden olmadığını düşünüyorum. Çünkü bugün araştıran, geliştiren ve üreten Bilim İnsanlarına fırsat ve imkân tanınmakta ve devletimiz her konuda destek olmaktadır…
Bizim konumuz ise kendisi ülkemizde oksijen teneffüs etmeye devam edip de beynini yabancı ülkelere mülteci bırakmış insanlarla birlikte az gelişmiş beynini de yanına alıp giden/kaçan hainlerdir. Bunun yanında burada yaşayıp da beynini ABD, Avrupa ya da diğer Batılı güçlere emanet edip olanca ağırlığını ülkemizde bırakmış zevattan bahsediyorum. Çünkü bunlar bize ve ülkemize aidiyet hissetmeyip hep yabancı kaldılar. Her zaman bizimle ilgili düşünceleri Batılı düşünür, medya ve kültürünün gözünden oluşmuş olup asla yerli bir bakış açısı kazanmış değillerdir.
Bugün ülkemizdeki demokratikleşme ve millet iradesinin pekiştiği bir ortamı hazmetmekte güçlük çeken insanların sanki kendinde bir keramet varmış gibi ülkeyi terk etmekten bahsetmesi de az gelişmiş beyin göçü olarak değerlendirilebilir. Müslüman bir toplum olduğumuzu kabullenmekte güçlük çeken bu insanlar her fırsatta “bu ülkede yaşanmaz” derler ve hemen bir Avrupa ülkesini örnek gösterirler. Üstad Cemil Meriç'in bir sözü aklıma geldi şimdi! Demek ki az gelişmiş beyin modeli yeni değil eski bir model ki daha o zamanlar üstad bu konuda gerekeni söyleyerek çok önemli bir teşhis yapmıştır:
“Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır.Türk aydını, Kitâb-ı Mukaddes'in Serseri Yahudisi... Hangi Türk aydını? Kaçanlar ne Türk, ne aydın. Bu firar bir Kabil kompleksi.
Kabil kompleksiyle Meriç, kendinden daha iyi, başarılı olana tahammül edememenin verdiği hazımsızlıkla işlediği cinayeti unutmak için vaka mahallinden uzaklaşan, vicdanın sesini yad ellerde unutmağa çalışan bedbahtın karanlık ve günahkar duygularını anlatırken Serseri Yahudi ile de sandallarını tamir ettirmek isteyen Hz. İsa'yı tanımayıp kovan ve Tanrı'nın gazabına uğrayarak kıyamete kadar dolaşmağa mahkûm edilen ayakkabı tamircisi Yahudi'yi anlatır. Bu Yahudi bir felaket taşıyıcısıdır ve uğradığı her ülkede veba çıkar. (Bu Ülke, Cemil Meriç)
Beyin göçü denince bir anlam karmaşasından bilgi kirliliğine hatta hasbel kader ülkemizden göçen herkesin kendinde bir keramet arayıp ülkenin zor durumda kaldığını düşünmesine kadar bir sürü soru karşımıza çıkmaktadır! Batının maddi anlamda bizden ileride olduğunu kabul etmekle beraber bu zevat, bizdeki olumlu gelişmeleri hep küçümserler ve asla tatmin olmazlar. Onlar için Nietzsche'nin dediği Muhyiddin-i Arabi'nin sözlerinden daha değerlidir. Kendisi bu ülkede kalıp da beyni mülteci olanlar için ne söylesek azdır!
Çocuklarımız için de aynı şekilde yıllarca Batılı değer yargıları ile büyütüp yetiştirmekle ilgili popüler bir kültür baskısı oldu. Bireyselleşme ve özgürleşme baskısı bulaşıcı bir hastalık gibi toplumumuza sirayet etmişti. Oysa çocuklarda gelişim ihtiyaçlarının üzerindeki özgürlük onları yalnızlaştırır ve mutlu etmez…
Bugün artık kendimizle, tarihimizle, mirasımızla barıştığımız ve kendimizle yüzleşmeye başladığımız bir dönemin içindeyiz. Elbette sorunlarımız var, elbette kendimiz olmanın bir bedeli olacaktır. Ya onların istediği gibi yaşayıp kendimiz olamadığımız gibi onlar gibi de olamayacağız ya da milletçe mutlu ve başarılı olmak istiyorsak kendimiz olacağız.

söz gümüş ise sükut altın mıdır

kerim
Söz gümüş ise sükût altındır atasözünden hareketle, sizleri susmaya devam ettiğimi zannedenler olabileceği için yazıya, susmayı tavsiye ediyor olmadığımı hatırlatarak başlamak istiyorum.
Çünkü başlığa bakıp da siz değerli okurları susmaya davet ettiğimi zannetmenizi istemem. Sadece az sonra aşağıda okuyacağınız kıssa nedeniyle böyle bir başlıkla karşınızdayım. Sükût etmenin bazen bütün sözlerden daha fazlasını da anlattığı olmuştur. Hatta doğru yerde doğru konuşma imkânının olmadığı yerde sükût etmek de çok şey anlatır anlayana…

Her doğru her yerde söylenir mi, söylenmez mi? tartışmalı bir konu olduğundan doğru söyleyemeyeceğimiz bir yerde isek sessiz kalarak ya da manipülatif cevaplar vererek doğruyu söylemeden ve yalan da söylemeden geçiştirdiğimiz durumlar da çok olmuştur. Bütün bunları ve benzer durumları birçoğumuz yaşamışızdır. Sevdiğimiz bir insanı kaybetmemek, kırmamak ya da korktuğumuz, çekindiğimiz yerlerde yuvarlak cevaplarla durumu kurtardığımızı düşündüğümüz durumlar hepimizin başına gelmiştir.
Konuştuğu zaman ağzından çıkanı kulağı duymayan, ölçüsü olmayan zevzek olarak adlandırabileceğimiz kişileri de kınamak istemiyorum. Lakin kimse zevzekliği tercih etmez ama yine de zevzeklikten geri durmaz. Bu o kişinin kişiliğine sinmiş bir kişilik özelliği olarak yerleşmiştir ve o kişiyi değiştiremezsiniz. Bu kişileri öyle de kabul etmek içimize sinmeyeceği için en iyisi aşağıdaki kıssa ile benzer durumlarda nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterici olmaya çalışalım ne dersiniz?
“Ebu Yusuf'ta zekâ ve mantık had safhadaydı. Çoğu zaman mantığını işletir, akli delille meselenin nakildeki hükmünü bulurdu. Bununla beraber etrafındaki insanlara karşı da çok saygılıydı. Yalnız kendisinin değil başkalarının da konuşmasını isterdi.
Bir gün meclisinde hep susan bir adama iltifat etti:
-Hep biz konuşuyoruz, sen susuyorsun. Buyur sen de konuş.
Adam sanki fırsat bekliyormuş gibi hemen sualini sordu:
-          Oruçlu insan ne zaman orucunu açar?

-          Akşam güneş batınca…

Adam bu defa da sualini şöyle tekrarladı:
-          Ya o güneş hiç batmazsa?

Sualin saçmalığı meydandaydı. Ebu Yusuf adama ne kızdı, ne de öfkelendi. Sadece gülerek şu cevabı verdi:
-          Birader, sen konuşmamakta isabet etmişsin, ben seni konuşturmakla hata etmişim!.. Sen yine susmaya devam et…”

Bu kıssadaki ana fikirden, konuştuğumuz zaman mantıklı ve tutarlı sözler konuşmayacaksak susmanın, sükût etmenin de önemli ve değerli bir eylem olduğunu anlıyoruz. Bazen karşıdakinin ne dediğini anlamak için sükût etmek de gerekir.

hayırlısı olsun

kerim
Sözün bittiği ve kimsenin diyecek bir lafı kalmayıp da konuşmanın bir sona bağlandığı ya da bağlanamadığı durumlarda Hızır gibi imdadımıza yetişir de rahat bir nefes alırız.

“Hayırlısı Olsun” derken murat edilen hayırın sınırlarını keşfedemeyeceğimiz için kalbimizden geçen iyimserlikle yüce yaratıcının takdirine razı oluruz ya da bütün lafları cömertçe harcadığımızda, ilk defa bulunduğumuz ortamlarda, yeni tanıştığımız birisiyle, çaresiz kaldığımız durumlarda ya da düşüncesine katılmadığımız birisine cevap verirken “Hayırlısı Olsun” deyip geçiştirmek isteriz.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol