klasik müzik

jean baptiste de la croix
gelişimini bir kadın ve bir erkeğin ilişkisine benzettiğim müzik türü.

rönesans döneminde çiftimiz doğar. gerçi henüz birbirlerini tanımıyorlardır ama komşu çocuklarıdır. bizans'tan kaçan yunan bilginler çocuklarımızı eğitir. isimleri de louis ve lia olsun.

barok dönemine geldiğimizde çocuklar artık büyümüştür. birbiriyle tanışmış ve aşık olmuşlardır. elbette dini duygularından ötürü birbirleri için yanıp tutuşsalar da birbirlerine olan mesafelerini korurlar. kızımız da pek utangaçtır bir de.



zaman ilerler. artık evlenseler iyi olacaktır. louis, lia'ya "senin için amerika'ya gideceğim güzelim. oradan zengin olup döneceğim. sonra ilk iş seninle evleneceğim" der. 1-2 yıl lia, louis'yi beklemektedir. arada bir mahmut "sen benim olacaan güzelim" dese de lia bir şekilde mahmut'u uzaklaştırır her seferinde.

neyse, louis amerika'dan döner. hakikaten aşırı zengin olmuştur. ama gönlü hala lia'dadır. "gel güzelim, bak bu altınların hepsi bizim" der. sonra da "oralardan bir dans getirdim ama şimdilik yavaş yapalım. senin tenine zarar gelsin istemem" der ve öğrendiği yeni dansı öğretir.

[youtube]https://wwhttps://www.youtube.com/watch?v=GjLTTgv5FUQw.youtube.com/watch?v=f_jfrxmGAY8[/youtube]

eh, artık zengin louis, lia'yı ailesinden ister ve evlenirler. mutlu bir yuvaları olur.



louis ve lia bir süre çocuk yapmamayı, özgürce takılmayı planlar ve balolarda fink atarlar. artık lia da olgunlaşıp üzerindeki utangaçlığı attığı için louis'ye daha yakın olur. dans ederken onunla bütünleşir adeta.



louis ise hala gençtir. olgunlaştıkça şairleşmeye başlar. sadece eşi değil, çevresindeki tüm kadınlar kendisine başka gözle bakmaktadır artık. kendisi de duygudan duyguya koşmakta ve dönemin siyasi ve politik havası kendisini etkilemektedir. devrimci olmaya karar verir o da.



ama işler louis'nin tahmin ettiği gibi gitmez. "boku yedik lia, kalk çin'e kaçıyoruz" der. lia da "yahu bey dellendin mi ne çin'i? ne yaparız biz orada? yol bilmeyiz, dil bilmeyiz...". "gelmezsen ikimizi öldürürler" derler ve lia kabul eder kaçmayı. louis ile beraber çin'e kaçarlar.

ortalık yatışır. çin'den geri dönerler. ama oranın kültürü ile beraber. zaten avrupa çok tuhaflaşmıştır. hem resmi, hem müziği değişmeye başlamıştır. louis de "biz de bunu getirdik çin'den" deyip müziklerini misafirlerine sunarlar.



louis ve lisa, artık bir çocuk yapmanın zamanı olduğunu düşünürler. bir erkek çocukları olur. başka da olmaz. louis sevinir yine de "mirasım boşa gitmeyecek" diye. ismini arthur koyarlar.

lakin çocuk büyüdükçe psikopatlaşmaya başlar. anne ve babası söz geçiremez bir türlü. ne kadar uğraşsalar da ahlak, kural tanımaz bir çocuk olur arthur. ama bunun yanında kafası zehir gibi çalışır. "anaa bak ben roket yaptım, bununla bir gün ay'a gideceğim" der. annesi şaşırır tabii. louis'ye "aşkım, ben bu çocuktan çok korkuyorum. hem çok zeki hem de çok yaramaz. başımıza bir şey gelmesin bu çocuk yüzünden?" der. louis de "aman aşkım ya, düşündüğün şeye bak. çocuk roket yapmış daha ne yapsın? hem büyüdükçe efendileşir o boşver" deyip lia'yı avutur.

ama işte hem psikopat hem dahi arthur roket bile yaptıysa kimsenin çözemeyeceği cinayetleri işleyemeyecek midir? ailesini yavaş yavaş zehirler. louis ve lia yavaş yavaş erirler. bu sırada arthur'un mike adında bir kankası olur. okyanus'tan gelip avrupa'yı gezmektedir kendisi. arthur'a değişik değişik şeyler anlatır. "hacı bizde tesla diye bir adam var, adam çok süper görmen lazım" der. arthur da yavaş yavaş parasını mike'a yedirir yeni icatlar karşısında. mike da "para gelsin de nereden geldiği umrumda değil" der. yeri gelir arthur'la eşcinsel ilişkiye bile girer para için.

arthur'un ailesi zehirlenmeye dayanamaz ve bir gün ölür. miras arthur'a kalır. ama arthur parayı alıp kendini unutturmak için önce amerika'ya kaçar. oradan da rusya'ya kaçacaktır. ama arthur öyle bir form değiştirmiştir ki artık kimse tanıyamamaktadır. o da "benim ailem hiç olmadı ki. ilk ben vardım" diye ortamlarda ailesini reddetmeye başlar.



başka zengin ailelerin çocukları da arthur'u taklit etmeye başlarlar. avrupa'da çok değişik bir ortam vardır ama. bir de hans diye bir çocuk vardır. bu çocuk mirasyedi değil; bileğinin hakkıyla, alnının teriyle zengin olmuştur. bu sebeple arthur gibi insanlara gıcık olmaktadır.

bir gün hans'ın arkadaşı ferdinand'a gavrilo isminde bir sırp omuz atar. ferdinand da sinirlenir "önüne baksana lan! köyden mi geldin amk?" diye çıkışır. gavrilo da belindeki silahı çıkartıp ferdinand'ı vurur. hans da bunun üzerine gavrilo'yu dövmeye başlar. gavrilo'nun başına gelenleri öğrenen abisi nikolai, hans'ı gavrilo'nun üzerinden almaya çalışır. ama hans bir de nikolai'a dalar. nikolai'a dalındığını gören george da kankası churchill'i arayıp "kanka koş, kavga var" der ve arthur, mike, hans, nikolai, gavrilo kendilerini büyük bir kavganın içinde bulurlar. hans "bu ne amk bunlarla nasıl baş edeceğim?" derken mahmut'un oğlu enver "hans abi, büyümüğüzsün. yardım edeyim" der. ama hans ve enver çok pis dayak yerler. hans mallarının ve parasının büyük kısmını kavga sonucu kaybeder. ama olan enver'e olur. enver her şeyini kaybeder.

modern müziği çok dinlemediğim için örnek parça koyamadım. ama birileri önerirse tekrar düzenlerim girdiyi.

christian rosenkreuz
eğer dönem itibariyle ismini "klasik" olarak alan müzikten bahsedeceksek, tam bir maniyerizm örneğidir ki bence olması gereken de budur. modernizmin en sevmediğim yanı "eski çöp oldu artık, s***r et eskiyi" kafasıdır ki ilginç bir şekilde türk insanın da kafası bu yönde çalışır. bence modernizme yatkın bir kafamız var. yoksa "ufff artık kaset çıktı ya, at şu pikapı" demezdi atalarımız.

neyse konuya dönelim. ne dedik? maniyerizm. ne bu? geçmiş üslubu mümkün olduğunda korumaya çalışarak ucundan kıyısından yenilikler yapmak. mesela el greco amcamızın resimleri bu türün güzel örneklerinden birisidir. ne rönesans resmidir onunkiler ne de barok. böyle arada kalmış bir şeydir.

işte klasik müzik de benim gözümde böyledir. klasik müzik tam anlamıyla barok değildir. ama insanlar hala barok dönemden kopamamıştır ki barok dönemin esas bitişini çoğu kişi isveç kralı iii. gustav'ın operada uğradığı suikastle bitirirler. yani esasında barok dediğimiz olayan 19. yüzyıl başlarına kadar bir şekilde kendini yaşatmış bir akım.

barok dönemin 19. yüzyıl başlarında bitmesi ise artık monarşilerin yavaş yavaş güç kaybetmeye başlaması sebebiyledir. haliyle halk ve soylular arasındaki ayrım da azalmış ve artık avam tabaka da sanatla ilgilenmeye başlamıştır. haliyle artık sanat sanat için değil de daha çok duyguları yansıtmak için yapılan bir uğraş haline gelmiş.

işte klasik müzik de hem barok dönemin sanat yüce bir amaç içindir anlayışını hem de romantik dönemin öznelliğini içinde barındıran bir dönemdir bana göre. mozart ve salileri'nin müziklerine bakarsanız ikisinin de müziklerini bu zihniyette yaptıklarını görürsünüz.

bir de salieri ve mozart düşman değildirler bilinenin aksine. aynı şehirde yaşamalarına rağmen (viyana) birbirlerini çok az görmüşlerdir hatta.



christian rosenkreuz
bu tarzda müzik yapan orkestralarda müzisyenler şefin hareketinden sonra nota basarlar.

bu sebeple orkestra müzisyenleri genelde davul veya metronom üzerine çalan popüler müzik tayfasına göre daha farklı bir ritim anlayışına sahiptir. zira bu adamların ritmini orkestra şefi belirler.
christian rosenkreuz
her iyi müzisyenin er ya da geç içine gireceği müzik türü.

jimi hendrix bile ölmeden önce klasik müzik dünyasına girmek istiyormuş. adamın ömrü yetmedi tabii o ayrı. ama yetseydi bence klasik müziği de ayrı bir noktaya taşırdı.



leyyal
sesten, sözden, insandan bunaldığım vakitler açıyorum bir klasik müzik, kafamı boşaltıyorum. lisede nefret ettiğim bir müzik hocası 'sizi klasik müziklerden sınav yapacağım, dinleyin gelin' diyerek nefret etmeme sebep olmuştu, sonra arayı düzelttik tabi klasik müzikle.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol