confessions

gulurkensandalyedenduseneksicininkafasindakibere

1. nesil Koordinatör - - Koordinatör -

  1. toplam entry 456
  2. takipçi 12
  3. puan 0

sözlük yönetimine tavsiyeler

nurse
Ben annem ve ablalarımın olduğu whatsap grubu gibiyiz. Varlık sayısı bir elin 5 parmağını geçmiyor.
Bir hareketlilik sağlansa güzel olur ama nasıl yapmalı. Sözlük açlık oyunlarının 13. Kıtasına döndü.
Yaşam var ama kanıt yok. (bkz:bgv)

yatarak çalışacak kişiler aranıyor

tor
E yok artık dediğim bir (bkz:iş ilanı) bgv
Yanlış okumadınız yattığınız yerden çalışacaksınız. Nasıl mı? 2 ay boyunca yatış pozisyonunda film izleyerek. Evet yanlış duymadınız film izleyerek 2 ay boyunca karşılığında ise tam tamına 100 bin tl...

Başvuru nereden nasıl yapılıyor diye sormayın henüz bulamadım (bkz:bgv)

detaylar için tıklayınız

biz üç kişiydik

nushirevan
Bir Yusuf Hayaloğlu şiiri.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi'nde sabaha karşı ölümünü duyduğu ağabeyi Yusuf Hayaloğlu hakkında basın mensuplarına konuşan Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya şöyle diyor:

"Kendisi çok gençti. Ölümü bize erken geldi. Ağabeyimin bütün şiirlerini hem Ahmet hem de ben çok severdik. "Ah Ulan Rıza' ve "Biz Üç Kişiydik' şiirlerinde, bize göre ağabeyim kendisini ve Ahmet'i anlatmıştır. Hatta şiirde ismi 'Bedirhan' olan karakter eşim Ahmet, 'Suphi' olan isim ise ağabeyim Yusuf"



Haber bültenlerinde duyduğumuz kimi kalıplaşmış cümleler bizi basit düşünmeye sevk eder
''Suriye'den geldiği belirlenen ve Elazığ kırsalında, 300 ton patlayıcı ile intihar eylemi yapmaya hazırlanan 7 terörist etkisiz hale getirildi'
Bir sonraki habere geçersiniz. Çünkü alışılagelmiş görevi ''sadece haber almak'' olan biz izleyiciler için, intihar bombacısı teröristlerin etkisiz hale getirilmeleri, yani öldürülmeleri yeterlidir.

Normal bir izleyici, o teröristlerin ''Suriye'den 300 ton patlayıcı ile nasıl geldikleri'' sorusunu sormaz. Veya gelen teröristlerin '' 300 ton patlayıcıyı Elazığ'ın neresinden ve nasıl temin ettiği'' sorusunu.. (Burada bir parantez açayım kamyonlar maksimum 35, tırlar 60 ton taşıyabilmektedirler. Dolayısıyla 300 sayısına ulaşmak için nasıl bir filo gerekiyor siz düşünün)

Biz bir sonraki telefon dolandırıcıları tarafından kandırılmış profesör haberini izlerken, güvenlik güçlerinin görevlerini yaptığını düşünerek rahat uyuruz. Bir süre sonra Elazığ'da bir patlama gerçekleşir. Şehit ve yaralılarımız vardır. Elazığ uzaktadır ve şehit cenazelerine yavaş yavaş alışmaya başlamışızdır. Twitter veya facebook gibi sosyal ortamlarda lanet okuyup duyar kasarız. Mümkünse bir süre önce 300 ton patlayıcıyı yakalayan güvenlik güçlerine de ufaktan giydiririz ki sinirlendiğimiz belli olsun. Sonra görevimizi yapmış olmanın verdiği rahatlıkla, bir sonraki halay çeken dayılara dalan kedi videosu paylaşırız.

Ve yine ''o bombalar oraya nasıl geldi?'' sorusunu sormaz, soramayız..

Bombalar oraya gelmemiştir aslında. Bombalar daima oradadır. Sadece fitili ateşleyecek kıvılcımı beklemektedir sinsice..

Terör böyle bir şey sözlük.. Dağdaki eli silahlı teröristler ve şehirde avukat, gazeteci, bürokrat, milletvekili kılığında dolaşanlar haricinde; şehirlerde, kasabalarda, köylerde yuvalanmış hainler, onları ortaya çıkaracak mesajı haince beklerler. İşte asıl saldırılar da bu hainlerden gelir. Dağda sıçan gibi kaçan, şehirde delikanlılık taslayıp hapse girdiğinde her türlü fırıldağı çeviren gördüklerimiz birer illüzyondur aslında.

Orada yaşadığım için bilirim; Bingöl'ün Genç ilçesinde her yıl mütemadiyen mağaralar, yeraltına gömülü patlayıcılar ele geçirilir. Nerelerde mi? Vatanını milletini seven, sıradan insanların yaşadıkları evlerin bahçelerinde.. Veya Cuma cemaatinin ön saflarının değişmez hacı dayılarının birinin arazisinde.. Hiç bilemezsin. Tek bildiğimiz, cep telefonuna gelen ''Falanca merkez ve köyler özel güvenlik alanı ilan edilmiştir. Sokağa çıkma yasağı falanca saate kadardır'' O saat bittiğinde her şey bitti zannedilir. Aradan çok geçmeden hükümet konağı taranır.

Bu bitmeyen kısır döngünün asıl sebebi, terör örgütü mensupları değil, terör örgütü sempatizanları, müntesipleridir. Dağdan gelen hain sürüsüne yer gösteren, saklayan ve gözeten de bunlardır. Çözüm süreci ile devletin terörle mücadelede halk desteği büyük ölçüde sağlandı ama henüz bölge halkının tamamında ''devlet bilinci'' yerleşmiş değil. ''Tut ki bu devlet bitti, çöktü gitti.. Ne olacak?''sorusunu soramayacak kadar cehalet ve kin ile yoğurulmuş, aldatılmış, zorlanmış bir şuursuz sürü..

Terörle mücadele çok derin.. Ben bundan bahsetmek istemiyordum. Başlangıçta Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'nın bir röportajını vermiştim. Bu yazının da ana konusu bu röportajdaki şiirlerden ''Biz Üç Kişiydik'' ile alakalı olacak. Naçizane bir analiz yapmaya çalışacağım. Muhtemelen fanatik Ahmet Kaya veya Yusuf Hayaloğlu taraftarlarının hoşuna gitmeyecektir. Ancak yazıda bir yargıya varmadan, sadece okuyabildiklerimi aktarmaya çalışacağım.

Öncelikle şiire bir göz gezdirelim:

Biz üç kişiydik; Bedirhan, Nazlıcan ve ben
Üç ağız, üç yürek, üç yeminli fişek...
Adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara
Boynumuzda ağır vebal, koynumuzda çapraz tüfek.

El tetikte kulak kirişte ve sırtımız toprağa emanet
Baldıran acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi
Yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık
Deniz çok uzaktaydı ve dokunuyordu yalnızlık.

Gece uçurum boylarında, uzak çakal sesleri
Yüzümüze, ekmeğimize, türkümüze çarpar geçerdi
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan, tüterdi buram buram
Gizlice ona bakardık, yüreğimiz göçerdi.

Belki bir çoban kavalında yitirdik Nazlıcan ı,
Ateşböcekleriyle bir oldu kırpışarak tükendi.
Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza,
Kurşun gibi, mayın gibi tutuşarak tükendi...

Oy Nazlıcan vahşi bayırların maralı
Nazlıcan saçları fırtınayla taralı
Sen de böyle gider miydin yıldızlar ülkesine
Oy Nazlıcan... oy can evinden yaralı.

Nazlıcan serin yayla çiçeği
Nazlıcan deli dolu heyecan
Göğsümde bir sevda kelebeği
Nazlıcan ah Nazlıcan...

Artık yenilmiş ordular kadar eziktik, sahipsizdik
Geçip gittik, parka ve yürek paramparça
Gerisi ölüm duygusu, gerisi sağır sessizlik,
Geçip gittik, Nazlıcan boşluğu aramızda.

Bedirhanı bir gedikte sırtından vurdular
Yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları
Omuzdan kayan bir tüfek gibi usulca
Titredi ve iki yana düştü kolları.

Ölüm bir ısırgan otu gibi sarmıştı her yanını
Devrilmiş bir ağaçtı ay ışığında gövdesi
Uzanıp bir damla yaş ile dokundum kirpiklerine
Göğsümü çatlatırken nabzımın tükenmiş sesi.

Sanki bir şakaydı bu, birazdan uyanacaktı,
Birazdan ateşi karıştırıp bir cigara saracaktı
Oysa ölüm sadık kalmıştı randevusuna ah
O da Nazlıcan gibi bir daha olmayacaktı.

Ey Bedirhan; katran gecelerin heyulası,
Ey Bedirhan; kancık pusuların belası
Sen de böyle bitecek adam mıydın, konuşsana...
Ey Bedirhan ey mezarı kartal yuvası.

Bedirhan mor dağların kaçağı
Bedirhan mavi gözleri şahan
Zulamda suskun gece bıçağı
Bedirhan ah Bedirhan.

Biz üç kişiydik
Üç intihar çiçeği
Bedirhan, Nazlıcan ve ben
Suphi...

Suphi'nin TKP kurucularından Mustafa Suphi olduğu da söylenir ama ben Gülten Kaya'ya inanmayı tercih ediyorum.

Şiir bir eser olarak ilk olarak Ahmet Kaya tarafından ortaya konulduğundan (1992 - Dokunma Yanarsın) Suphi'nin temsili Ahmet Kaya olduğu düşünülebilirdi o zamanlar. Oysa bilen bilirdi ki, şiirin sahibi usta şair Yusuf Hayaloğlu idi. ''ve ben.. Suphi..'' dediği de Yusuf Hayaloğlu'nun ta kendisiydi. Zaten kardeşi Gülten Kaya da bunu doğruluyor.

Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu'nun Marksist birer komunist olduğu bilinen bir gerçek. Ahmet Kaya'nın adı da, çoğu zaman Marksist olduğu savunulan PKK ile beraber anılmıştı. Orası çok tartışmalı bir konu olduğundan hiç girmeyelim ama şu video da şurda dursun:



Ahmet Kaya bir röportajında ''Adı Bahtiyar'' şarkısının öznesi ''Bahtiyar'' adlı kişi ile cezaevinde tanıştığını söyler. Zaten adamın hikayesi şarkıda anlatılır. Rivayet odur ki bu hikaye Ahmet Kaya tarafından Yusuf Hayaloğlu'na anlatıldığında, Hayaloğlu Türkçenin ''öğrenilen –miş'li geçmiş zaman kipi'' ile şiiri yazar:

DiyarbakırlıyMIŞ
Adı Bahtiyar..
Suçu saz çalmakMIŞ
Öğrendiği kadar..

Tıpkı Selahattin Demirtaş gibi zaza kökenli (zazalar kürt değildir) olan usta şair Hayaloğlu da, Bahtiyar'a adadığı şiiri yazarken başlığı da manidar koyar: Kod Adı Bahtiyar

Evet, Ahmet Kaya şarkılarında ''Adı Bahtiyar'' diye seslendirse de, şiirin aslı ''Kod Adı Bahtiyar''dır.

Şimdi soru şu:

Ahmet Kaya'nın ''Çok uzun zaman önce İstanbul'da şubelerde kaldığım zaman bir arkadaş tanımıştım, kendisi Diyarbakırlı'ydı. İsmini sorduğum da isminin Bahtiyar olduğunu söylemişti bana. Günde iki sefer dörder saat arayla götürüyorlardı işkenceye, geri getiriyorlardı, hamur gibi atıyorlardı. Tek söylediği şey, 'adım Bahtiyar' diyordu. Başka bir şey söylemiyordu'' diye anlattığı Bahtiyar,

Neden şubeye alınmış? Ve neden işkence görmüştü? Dahası.. Adam, neden (kod) adından başka bir şey söylemiyordu?

Yine rivayet odur ki; Bahtiyar Kod adlı kişi bir terörist gruba dahil olmakla birlikte, henüz suça karışmamış ve günah denizinde kulaç atmamıştır. Bu yüzden sorguda ona verilen kod adından başka bir şey söyleyemez ve işkence görür. Bu durum hümanist duyguları üst seviyede olan Ahmet Kaya için de psikolojik bir işkence kıvamındadır.

Şimdiye kadar öğrendiklerimizi bir gözden geçirip, asıl şiire tekrar göz atacağız:

1- Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu Marksist ve terör örgütlerinin temsil ettiği ideolojiyi paylaşıyorlar
2- Şiddetten yana olmamakla birlikte, çözümün silahlı mücadelede olduğunu kabullenmiş durumdalar.
3- Eserlerinde bu mücadeleyi veren gerillalar için, üstü kapalı övgüler ve hikayeler anlatılmakta.

Üçüncü madde için bir süre düşündüyseniz şimdi şiire geçiyoruz:

''Biz üç kişiydik; Bedirhan, Nazlıcan ve ben
Üç ağız, üç yürek, üç yeminli fişek...''

Bir üçlü arkadaş grubu mevcut. ''Yeminli fişek'' söz öbeğinden bir amaç uğruna bir araya geldikleri açık

''Adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara
Boynumuzda ağır vebal, koynumuzda çapraz tüfek''

Öncelikle tüfek taşıyorlar bu arkadaşlar. İyimser düşünerek, dağda avcılık yapan bir arkadaş grubu olduğunu kabul edelim önce. Eğer tavşanlar, tavşan meclisini kurup ''yahu bu üç avcı ne bela oldular kardeşim bize soyumuzu kurutacaklar'' demediyse, tahmin edebileceğiniz gibi bu üç arkadaş dağa çıkmış ve kendilerinden ''bela'' diye söz ettirecek kadar başarılı eylemlere imza atmış teröristler.

''El tetikte kulak kirişte ve sırtımız toprağa emanet
Baldıran acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi
Yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık
Deniz çok uzaktaydı ve dokunuyordu yalnızlık.''

Evet silahları bırakmadıkları belli. Üşüyen eller, onların çoğunlukla geceyi dağda geçirdiğinin de göstergesi olabilir. ''Deniz çok uzakta'' çünkü onlar doğudalar..

''Gece uçurum boylarında, uzak çakal sesleri
Yüzümüze, ekmeğimize, türkümüze çarpar geçerdi
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan, tüterdi buram buram
Gizlice ona bakardık, yüreğimiz göçerdi.''

Nazlıcan ile Suphi-Bedirhan ikilisi arasında bir bağ var. Bu bağın ne olduğu şiirde anlatılmıyor ama yıllar sonra Hayaloğlu'nun çektiği klibe göre Nazlıcan ve Suphi 'nin arasında organik bir bağ var.



Öte yandan Bedirhan da göğsüne kekik süren Nazlıcan'a gizlice bakabilecek bir cesareti var ve seviyor. Taşlar yerine oturuyor mu bilmem. Şimdi Gülten Kaya'nın denklemine göre:

X'e 1 dersek :D

Bedirhan = Ahmet Kaya
Suphi = Yusuf Hayaloğlu
ise
Nazlıcan = Gülten Kaya oluveriyor iyi mi?

Peki neden kendi isimlerini kullanmıyorlar?

Bahtiyar'ı hatırladınız mı? KOD ADI Bahtiyar..

Şiirin gelecek kısmında ölüm metaforu ile Hayaloğlu'nun dağdan inişi temsil ettiğini düşünüyorum. Zira terör örgütü kaidelerine göre dağdan inmenin tek şartı da ölüm değil midir? Neyse bu kararı size bırakacağım.

''Belki bir çoban kavalında yitirdik Nazlıcan ı,
Ateşböcekleriyle bir oldu kırpışarak tükendi.
Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza,
Kurşun gibi, mayın gibi tutuşarak tükendi...''

''Oy Nazlıcan vahşi bayırların maralı
Nazlıcan saçları fırtınayla taralı
Sen de böyle gider miydin yıldızlar ülkesine
Oy Nazlıcan... oy can evinden yaralı.''

Nazlıcan belli ki dağın soğuk iklimine ayak uyduramadı ve verdiği sözde mücadelede, bedeninin sağlığını daha önemli buldu. Veya ''kurşun gibi, mayın gibi tükenmek'' deyimi olmayacağına göre, gerilla savaşının kadınlara göre olmadığını kabul etmiş sayabiliriz. Yıldızlar ülkesi de sakın bizim al yıldızlı bayrak? Yok tamam tamam zorlamayacağım :)

''Artık yenilmiş ordular kadar eziktik, sahipsizdik
Geçip gittik, parka ve yürek paramparça
Gerisi ölüm duygusu, gerisi sağır sessizlik,
Geçip gittik, Nazlıcan boşluğu aramızda.''

Bu üç arkadaşın dağda tavşan avlamak için kamp kurduğuna inanmak istiyordum ama kurşun ve mayından sonra ''yenilmiş ordular'' filan iyice terörist olduklarına inanacağım.. Nazlıcanın gidişinden sonra bu Bedirhan ve Suphi dağda yalnız kalıyorlar. Henüz ispatlanmamış teorimize göre birisi kardeşinden, birisi gizli sevdiğinden uzak kalıyorlar. Ama görünen bir dava kadınını kaybetmenin vermiş olduğu sözde acı..

''Bedirhanı bir gedikte sırtından vurdular
Yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları
Omuzdan kayan bir tüfek gibi usulca
Titredi ve iki yana düştü kolları.''

Tavşan avcılığı ihtimali giderek azalıyor. Ey Bedirhan senin dağda gedikte, geçitte işin ne allasen? Ayrıca ''yarıp çıktığı ablukalar?'' sorusu da yine düşündürmüyor değil. Belli ki bu kıtada Bedirhan kod adlı kişi sırtından vuruluyor ve ölüyor. Ölüm metaforunun yine dağdan inmeyi temsil ettiğini düşünürsek, Ahmet Kaya da dağdan inmiş oluyor. Yalnız sırtından vurulma kısmı da çok ironik oldu böylece. Sözlerin ''kaşık fırlatılan gece''den çok önce yazıldığını bildiğimiz için bunun bir tesadüf olduğunu kabul edeceğiz.

''Ölüm bir ısırgan otu gibi sarmıştı her yanını
Devrilmiş bir ağaçtı ay ışığında gövdesi
Uzanıp bir damla yaş ile dokundum kirpiklerine
Göğsümü çatlatırken nabzımın tükenmiş sesi.''

Ahmet Kaya fanları fark edeceklerdir. Usta şair Hayaloğlu, satır aralarına Bedirhan'ın aslında Ahmet Kaya olduğuna dair ifadeler görebilirler. En belirgin olanı ise Hayaloğlu'nun Ahmet Kaya'nın ölümünün ardından yazdığı ''İşte Gidiyorum'' adlı eserde, Ahmet Kaya'nın dilinden

''Size, yüzyallardır sesini kaybetmiş
Bir türküyü söyleyecektim;
Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle
Kirpiğinizin ucundan öpecektim'' benzetmesidir.

Bundan sonrası tıpkı Nazlıcana olduğu gibi Bedirhan'a ağıt.. Bahsi geçen mezarı olan ''Kartal Yuvası'' da BJK'nin lisanslı ürün satan mağazası değil, bir dağın geçidindeki yüksek bir mevkii.. Bedirhan'ın dağdan indiği nokta olma ihtimali de yüksek..

Biz Üç Kişiydik'in son kısımlarına gelelim:

''Biz üç kişiydik
Üç intihar çiçeği
Bedirhan, Nazlıcan
ve ben..
Suphi...''

''İntihar çiçeği''ni artık avcılık sporunda bir yere oturtmamız mümkün görünmüyor. İntihar eğitimi alan terörist gençleri konu alan bir belgeselde anlatılanlara benziyor.

Yorum sizin..

Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu kendi alanlarında usta şahsiyetlerdir. Kişisel hayatlarında yaptıkları hatalar, onların sanatkar kişilikleri ile ayrı değerlendirilmelidir.
1
nurse nurse
👏👏

sezen aksu

nushirevan
Bugünlerde; yıllar önce bir şarkısında "selam söyleyin o cahil havva ile ademe" dediği için linç edilen sanatçı. Bırakın kardeşim derdiniz ne adem peygamber ne de islami duyar kasma filan. Bilindiği gibi bu ablanın fetö ile organik bir bağı var. Dileyenler bir nesil öncesini araştırabilir. Büyük ihtimalle aklına karpuz kabuğu düşen akl-ı evvel birisi, sanat-fetö ilişkilerini tekrar gündeme getirmek amacıyla bir kartopu attı, o da yuvarlandı çığ oldu. Yoksa yıllar önce yazılmış sözler, neden bu kadar zaman sonra gündem olsun? Şimdi doğruya doğru, Ben de 2005'te yazılan şu eser (bkz:#65386) hakkında 2019 yılında buraya giri yazmıştım. Ama benim sosyal medyadaki tepkim albüm çıktığı yıl oldu. Verecekseniz zamanında vereceksiniz bu tepkileri. Yıllar sonra gidip geçmişi karıştırmanızın ardında art niyet olmaması imkânsız.

Öte yandan şu sanatçıları değerlendirilirken; sanat hayatı ile özel hayatını bi ayırın arkadaş. Sanat hayatında muhteşem işler yapan kişi, özel hayatında tam tersi yönde açıklamalar yapabiliyor. Misal Ahmet Kaya muhteşem bir yorumcudur ama gel gör ki ideolojisi beğenilerimin yanına dahi yaklaşamaz. Bunu şu (bkz:#51027) giri'de de yazmıştım. Sezen aksu da iyi bir besteci, güfteci, yorumcu olabilir. Özel hayatında ne olduğu, bana dikte edilmediği müddetçe de umrumda değil.

her şeyi çöpe atan anneler

mahur
O an aman başımdan eksilsin diyerek gözü dönen annedir. Hemen örneklendireyim bende birkaç sene önce hırka kazak özellikle kalın ve yünlüleri atmadım ama ihtiyaç sahiplerine verdim. Boşuna durmasın, evimiz çok sıcak giymiyoruz. böylesi de israf, değerlensin diyerek dağıttım gitti. Doğalgaza geçene kadar soğuktan haberimiz yokmuş kışın geldiğini geçtiğini anlamazdık. Kömürlü kaloriferin tadı bambaşkaymış. Doğalgazlı evler bilen bilir rüzgar esiyor evin içinde ama fatura da hiç azalma olmadan artarak geliyor, gidiyor. Kısacası bu dondurucu kış günlerinde arıyorum o kazakları, hırkaları. Birşeyi atmadan veya vermeden önce iyice düşünmeli.
(bkz:kendim ettim kendim buldum)

her şeyi çöpe atan anneler

nurse
Aslında bahsedeceğim şeylerin çöpe atmakla ilgisi yok fakat annelerin sürekli birşeyleri kaldırdığı,yok ettiğiyle alakalı bir şeyler anlatacağım. İnsanlarında genel olarak bu başlığa yazacak birşeyleri olur diye düşündüm.

Bizim kitaplıkta elimize gelen her şeyi koyduğumuz bir bardak vardı. Geçenlerde bozuk para ararken içinin tıka basa olduğunu gördüm. "Aaaa ne ara bu kadar birikmiş, ekmek alırken kullanayımda bitsin " diyerekten o bir tomar parayı bakkala,fırına dağıttım. Tam olarak birkaç saat önce kıyametler koptu,depremler,fırtınalar. Nerede mi? Bizim evde. Meğer onlar eşimin koleksiyon diye biriktirdiği 15 temmuzlu,ayasofyalı, bozukluklarmış. Şuan bir kedi gibi sessiz sedasız bir köşede sinirinin geçmesini bekliyorum. Ammada abarttı canım. Hıhhh. Dahada bir şeye elimi sürmem.

kaval kemiğindeki geçmeyen acı

nushirevan
Yıllarca çekilebilecek acıdır. Yıllar önce kaval kemiğinizi kazara bir yerlere vurmuşsunuzdur. O günlerde üzeri çürümüş, daha sonra hiç bir müdahaleye gerek duymadan zamanla geçmiştir. Yıllar geçtikçe fark edersiniz ki, kaval kemiğinde bozuk para kadar renk değişimi yaratan bu çürüğün acısı aslında hiç geçmemiştir. Birazcık baskı uyguladığınızda ilk günkü gibi acı verir. Travmatik bir darbe değil, adeta cadı kralın frodo'ya sapladığı morgul kılıcı yarasıdır. Yıllar geçse de, dokunulduğunda halen acıyan bir yaranın neden iyileşmediğini merak eder durursunuz sonra. Bir bende sanıyordum, eşimde de varmış. Bir dostuma söyledim, aynı semptomları o da gösteriyormuş. "Yok artık" dedim 1-2 kişiye daha sordum, 1'inde daha çıktı. Anladım ki bu oldukça yaygın, hani neredeyse 10 kişinin 4'ünde görülebilen bir rahatsızlıkmış. Tıbbi bir adı var mı bilmiyorum, yoksa da benim keşfim olabileceğinden adını "morgul darbesi" koyulmasını rica ediyorum (bkz:bgv)

normal sözlük

waftiss
2020 yılının sonlarına doğru açılan yeni nesil sözlük.

bir insanın hayatında görebileceği en boş oluşum. adaletsiz moderasyonları bulunur. eğer onlar gibi düşünmüyorsanız nickaltınızı ve açtığınız başlıkları kapatırlar. yani nickaltınız da açtığınız başlıklar da akışta gözükmez. küfürsüz sözlüktür güya ama ''k.çından nefes almak'' vb. başlıklar sol frame'de kalır. yardımsever ve barışçıl sözlük gibi görünür ama yazarları paranoyağın önde gidenidir. geçenlerde bir başlık açtım, ilgili sapıklığı savunmadığım halde bana ''tecavüzcü'' diye iftira atıp nickaltıma onur kırıcı şeyler yazdılar.

içinde üç beş tane aklı başında insan var. pkk'yı savunan insanları bile görebilirsiniz orada. böyle bir oluşumdur. sırf kendi doğrularımı savundum diye bana özelden küfür bile ettiler, ama hiçbirine sözlük içi cezai yaptırım uygulanmadı.

istifa etmek

nurse
Kendini özgür hissetmek. Bu duyguyu o kadar özlemişim ki aldığım hazın,mutluluğun tarifi yok. Yılların tazminatı hiç olsada, artık birçok insanı hayatımdan siliyor olmak, her dakika telefonum çalacak mı aman beni nöbete çağıracaklar mı,aman az uyuyayımda çocukla vakit geçireyim derdi yok. Gece benim,gündüz benim,gün benim,aylar benim. Oh beee dünya varmış. Soğan ekmek yerim yeterki kafam rahat olsun.
Mutluyum sözlük.

pandemi

nushirevan
Dün akşam saçma sapan bir olaya neden olan durum. Dün gece spider-man no way home filmine gittim. Pandemi kuralları yüzünden, en arka sırada bir koltuğun boş kalması gerekiyormuş. Kuralın mantıksızlığı ile arka koltuktan birinin ortalara yerleştirilmesi çabası tartışmaları filmin başlamasını 20 dakika geciktirdi. Nihayet film bittiğinde post-credit sahnesi akarken adamın biri yanaşıp "birader koltuk benim, biletliyim" dedi. "Ben de biletliyim" dedim. "Nasıl olur?" diyor. Film akıyor üstelik. Dedim ki "birader film başlamıyor, bu bitişi, müsaade edin filmimin sonunu izleyim" Hiç bir şey söylemeden çıktı. E haklı çünkü ona da bi saat vermişler ve 20 dakika gecikmiş. Artık şikayet mi etti noolduysa, ikinci post-credit sahnesini vermeden cart diye kapattılar sistemi. Pandemi bişey değil de, pandemi mantıksızlıkları diye ayrı bir başlık açmak lazım sanki

yılbaşı bileti

nushirevan
Ana akım medyanın ana haber bültenlerinde; sıra bekleyenlere, olası kazanma durumunda bu parayla ne yapacaklarının sorulduğu bilettir. Beraberinde yılbaşı ikramiyesiyle neler alınabilir sorusu altında 7 tane porşe araba, taksimde 20 daire, 30 bin TL günlük faiz gibi absürt örneklendirmeler yapılır. Talihli adaylarının "fakirlere yardım ederim" yalanının tavan yaptığı geyikler, hayaller ve insan onurunun ayaklar altına alındığı hissi ile sona erer. nimet abla piyango bayii önünde ağzı açık ayran budalası gibi 2 kilometre sıraya girenlerden rica ediyorum: tutarlı olun ve en azından sosyal medya hesaplarınızdaki "rızkımı veren hüda'dır kula minnet eylemem" sözünü kaldırın.

sözlük yazarlarının favori rap sanatçıları

nushirevan
canfeza diyorum. Rap müziğe yabancıyım. Eminim size göre daha iyi isimler vardır. Hatta bu çocuğu da son olarak meşhur "nafile"de yaptığı featuring ile tanıdım. Meğer derin bir dehlizmiş kendisi. Açıkçası yaptığı tarzın rap olduğundan bile şüpheliyim çünkü gayet güzel şiirler söyledikleri. Şunlara bakar mısın sözlük?

"Gözbebeğim sen bir ağla gerek kalmaz suya
Sen fısılda sağır sultan bile duyar
Adamlık öğretirsin en çıkmayacak huya
Sen niyet et yeter ki tüm cemaat uyar"

"Orada feryad et, burada bir can ölür
Bir nefes üfle yeter kuş kaybeder yönü
Ateşin yakar damla suyu kalmaz gölün
Işığın bir defalık kartal eder körü"

cinsel istismar

nurse
Ne instagram storylerinizi karartmak çözümdür,nede paragraf gibi yazdığımız cümleler. Eğer sihirli bir değeneğim olsaydı veya tek dilek hakkım olsaydı annelik güdüsü belkide bilmiyorum. Beyinlerinde cinsel yaklaşım beliren sapıkların nefessiz kalarak ölmesini isterdim.

yazarların başına gelen doğaüstü olaylar

nushirevan
Hazine arayan bir arkadaş somun ekmek büyüklüğünde eski bi sandıkçık bulmuştu. Soruşturduğunda cumhuriyetin ilk dönemlerine ait olduğu tespit edilmiş ama beklenilen kadar ederi olmadığı anlaşılmıştı. Üzerinde osmanlıca yazılar bulunan sandığın içinde çürümüş çaput ve kağıt parçaları ve metal ev gereçleri (kaşık, tarak vs) varmış. Hazineci ya bu arkadaş, birisi 250 lira veririm demiş bakmış ki antik bişey değil satmış bunu bu adama. Gel zaman git zaman bu arkadaşla yıllar sonra buluştuğumuzda sordum bu sandığı, sattığı adamın zengin olduğunu söyledi pişmanlıkla. Meğer bu sandık konuşuyormuş! Adam da sandıkla konuşmak için paranormal olaylara düşkün insanlardan para topluyormuş, iyi de para kaldırmış. Sandığı elime aldığımda böyle birşey hissetmediğim için merak ettim. Adamı buldum, randevu vermek için 250 lira istedi (adam her randevuya ilk ödediği parayı istemiş ironik olarak) Sarı basın kartımı gösterdim, aba altından sopa gösterdim bir iki dakikalığına kabul etti sandığı dinletmeyi. Elime aldım sandığı, söylendiği gibi kulağıma dayadım. Bir şey duymayacağımı bilerek, biraz da az önceki tehditten dolayı sinirli bir şekilde dinlerken sandığın içinden "bırak!" Diye bir fısıltı duydum. "Hö?! Bu ne lan?!" filan derken "bırak beni! Git burdan!" dedi. İrkildim elimden bıraktım koltuğun üzerine. "Noluyor ya?" Dedim tekrar kulağıma dayadım. "Seni öldürürüm!" Dedi. Tüm bildiklerimi unuttum, gerçekten irkildim. Tam o sırada telefonum çaldı. Normalde randevu verilenlerin telefonları dışarıda bırakılıyormuş ama benimki kavga dövüş olduğundan cebimde açık kalmıştı. Telefon çalarken aynı anda sandıktan "dıgıdık dıgıdık" sinyal sesleri gelmeye başladı. Ancak O anda tezgahı çözdüm! Bizim uyanık görüntüsü ürkütücü eski bir sandığın içine mikrofon koymuş, işbirlikçisi de müşterinin nabzına göre şerbet veriyor haspam! "Hadi çarşınız pazar olsun!" Dedim ve çıktım. Doğaüstü olay sayılır mı bilmem ama olayın kıyısından döndü gibi oldum, paylaşayım dedim.

muasır medeniyetler seviyesine çıkmak için öneriler

nurse
Söylenecek o kadar öneri varki fakat kim uyacak kim dinleyecek diye düşününce hepsini içinde tutası geliyor insanın. Geçenlerde yurt dışından teyzem geldi. Haydi bir türk kahvesi içelim dedik koyuca bir muhabbete girdik. "Yeğenim almanyadan kurtulmak,vatanımıza gelip yaşamak istiyoruz ama buradaki kültür seviyesi o kadar gerideki. Sanki arada yarım asır var. Almanyadan gelince buradaki insanların birbirleriyle iletişime bile geçemediğini görüyorum" dedi. O kadar haklıki neresini savunayım,neresinden kurtarayım diye düşündüm.. tamam çok cömertiz,çok samimi,misafir perver vs sayabileceğim bir milyon şey var. Fakat sorunlarımızı çözemiyoruz, problemlerimizi dile getiremiyoruz,getirsekte dinleyen yok,dinleyen olsada çözüm üreten yok. Sadece bir kişinin sistemi düzeltmeye çalışması yetmiyor ne yazıkki. Yinede pes etmek olmaz ama durum çok vahim. Kendimi George Orwell "hayvan çiftliğindeki" aptallaştırılan,yalanlara inandırılan hayvanlar gibi hissediyorum.
1
nushirevan nushirevan
👏👏👏

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol