kendine ait bir oda

mahur
(bkz:virginia woolf)'un bir eseridir. Sayfalarının kısalığının aksine oldukça derin bir kitap. Beni oldukça düşündürdü ve yazmaya teşvik etti. Keşke kendisi hayatta olsaydı da sorularımı iletebilseydim. Kurmaca yazmak isteyen her yazarın kendine ait bir odası yani mutlaka yalnız kalabileceği bir mekanı olmalı diyor. Ayrıca yıllık en az 500 pound civarında bir geliri olması gerektiğini savunuyor. Şimdilerde. “500 paund” ne kadardır neye denk gelir hiç bilmiyorum. Yani yazarın kastettiği sanırım yazar olmak isteyen bir kadının veya erkek de olabilir geçim sıkıntısı çekmemeli, eğer gerçekten yazmak istiyorsa rahat bir yaşama sahip olmalıdır diye diretiyor. Birçok Türk yazar biliyorum ki geçmişte geçim derdiyle gece gündüz çalışmış; öğretmenlik, tercümanlık daha nice binbir çeşit işler yapmış. Ama bu sırada vapurda, otobüste, her nerdeyse durmadan, yorulmadan, dinlenmeden yazmış, okumuş. Hatta Virginia Woolf' un kendisi de diyor ki (bkz:Jane Austen ) yazılarını kendi evinin solonunda yazarmış ve birçok misafirleri olurmuş. Hatta Yeğeni anılarında hangi ara kitaplarını yazdığına şaşırdığını paylaşmış.

Kendi zamanının kadınlar açısından ne kadar şansız olduğundan dem vuruyor. Bir kadının refakatçisi olmadan üniversite kütüphanesine giremediğini anlatıyor. Günümüze bakarsak heralde bizi çok kıskanırdı. Her kitap her yazar bizim emrimize amade, ulaşamayacağımız bir kaynak yok sayılır. Her şey elimizin altında ama yazmayı bırak, okuyan kaç kişi var ?

Kronolojik olarak kadın yazarlardan bahsetiyor. Onların iyi olduğundan, yazmayı denediklerinden ama hiç birinin bir derinliğe ulaşamadığını söylüyor. Hepsi bir yerde takılıp kalmışlar ve kendilerini geliştirmemişler. Birde eğer bir Shekspir'in bir kız kardeşi olsaydı o zamanda daha tiyatronun kapısına varamadan ölüp gideceğini iddia ediyor. Maalesef o günün şartlarına bakılınca doğru söylüyor gibi görünüyor. Ama şimdi modern zamanlarda durum bu şekilde değil ve herkes olmasada birçok kişi birçok olağana sahip ama hala bir “Shekspirella” ortalarda yok. O zamanki kadınlar gibi dertlerimizde mevcut değil Tek derdimiz aksama ne pişirsem olmuş. Mevzu çok derin: ama biz yüzeyseliz. Sanırım o zamanlardan beri pek birsey değişmemiş bir çok şey değişmiş gibi görünsede kadınlar hep şikayetçi ve memnuniyetsiz...
yusuf

https://1000kitap.com/muratcepni
Yüzyıllar Geçiyor, Kadına Uygulanan Şiddet Bitmiyor!
Sevgili Virginia, seni anlıyor, duygularını paylaşıyor ve yanında olduğumu en başından bildirmek istiyorum!

Sevgili Virginia, belki de her şeye rağmen bugünleri görseydin, bir 100 yıl sonra bazı şeylerin daha da değiştiğini ve geliştiğini görecektin. Bu gelişmişliğin yanında zorbalıkları da görecektin… Bundan Dört Yüz Yıl geriye gittiğimizde, bugünlerin hayal bile edilemeyeceğini kesinkes düşünebiliriz. Dünden, bugüne neler oldu, neler yaşandı sevgili Virginia, şimdi bunlar hakkında birkaç kelam etmem gerekecek…

Bu incelemeyi Kadınlara, Kendisini Kadın gibi hisseden ve Kadınları Anlayan, Onları Savunan, Birlikte Her zorluğa Göğüs Gerebilecek Herkese İthaf ediyorum...

Geçmişe bir yolculuk yapalım, sonra günümüzün merdivenlerinden yavaş yavaş çıkalım… Kadın tüm çağlarda aşağılanmış ve asla öne çıkartılmaması gereken bir cins olmuştur. Burada bahsettiğimiz konu Kadın ve Erkek cinsinden biri olması hususudur. Kitabı okurken bir çok örnek geldi aklıma. Diziler, Filmler, Kitaplar ve yaşadığım olaylar.. İlk önce şunu anlayamıyorum, bizi biz yapan olgu annelerimizdir. Nasıl bir insanlık ki, annesinden çıkmış olmasına karşın kadını hakir görür? Kadını nasıl önemsiz bir varlık olarak kabul eder, nasıl şiddet gösterir, nasıl onu toplumdan uzak tutar. Nasıl olur ki kapalı kapılar arkasında saklanmasına sebep olur? Hangi sebeple onun Tiyatro oyununda oynayamayacağını, kitap yazamayacağını, şarkı besteleyemeyeceğini söyler?

Sayın okurlar söyler misiniz, hangi hastalıklı düşünce Kadını işe yaramaz olarak tanımlayıp, ayak işlerine layık görür, hangi mantık onları beceriksiz ilan eder? Bu görüş ve türevlerini savunan herkes kesinkes söyleyeyim hastalıklı bir düşünce yapısına sahiptir. Bunun izahı olmamakla birlikte, tek bir tedavisi vardır: KADIN = ERKEK, ERKEK = KADIN mantığının, o güzel beyninde dalgalanmasıdır…

Her sayfada yeni şeyler düşünmeye başladım.. Aklıma ilk olarak Agora filmi geldi… (***Filmi ve Anlatacağım hususları merak etmiyorsanız bu kısmı es geçip, alt paragraftan devam ediniz… )
Roma İmparatorluğu hâkimiyetindeki İskenderiye'de geçen hikaye de bilinen ilk kadın matematikçi, astronom ve filozof olan Hypatia'nın hayatı merkeze alınıyor. Hypatia, bir şeyleri başarmak için uğraşırken ve insanlığa dair yeni keşifler yapmaya çalışırken, hem kendi erkek öğrencileri tarafından hem de etrafındaki erkekler tarafından sürekli aşağılanır. Filmi izlediğinizde sabredemeyeceğiniz bir çok sahne var. Dini unsurlar kullanarak bir kadın toplumda nasıl en rezil duruma sokulur ve linç edilir çok iyi özetleniyor. Dik duran ve kimseye boyun eğmeyen bir kadındır Hypatia.. Bir çok erkek ona saygı duysa da, saygı duymayan ve sırf kadın olduğu için aşağılayan bir kitle ile karşılaşır. Ben filmi izlerken çok sinirlenmiştim. Filmin sonuna doğru ise üzüntü içindeydim. Erkekler, Kadınları sırf kadın olduğu için değil, Kadınlar ile baş edemeyeceklerini bildikleri için bu duruma sokmaktadır. Bunu net olarak görebileceğiniz bil filmdir Agora.. Kesinlikle izleyiniz…

Birkaç örnek daha vereceğim birazdan… Örneklere geçmeden önce sorgulamaya devam edelim. Bir kadın neden sadece hizmetçi olmak zorundadır? Bir kadın neden erkek himayesinde köle zihniyetinde yaşamalıdır? Bir kadın neden tek başına, özgürce ayakta durmamalıdır? Neden Kadınların hakları 19. yüz yıla kadar yok hükmündeydi? Bu durumu yıkan şeylerin en başında iletişim araçları mı gelmektedir? Kadınların sesi neden çıkmamış ve bu durumu kabullenmişlerdir? Yoksa kabullenmek zorunda mı kalmışlardır ya da bırakılmışlar mıdır?

...Konumları zorla kabul ettirtilmiştir, çünkü; kadın tek başına dolaşamaz, yoksa arkasından hayal edemeyeceğiniz yaftalar yapıştırılır, eşi ölmüş ya da onu terk etmişse bir de çocuğu varsa erkekler tarafından hemen yollu olarak görülür, ona göre muamele yapılırdı. Günümüzde de benzer şeyler olsa da 1600-1950 yıllarını düşününce daha da sıkıntı bir durum söz konusudur. Günümüzde bir kadın içten çökertilmemiş ve özellikle gücü kaybettirilmemişse, baş edemeyeceği bir durum yoktur. Geçmişin kirli sayfalarında ise bu durum böyle değildir….

***Filmi ve Anlatacağım hususları merak etmiyorsanız bu kısmı es geçip, alt paragraftan devam ediniz… İkinci örnek olarak aklıma Wonder Woman filmi geldi. DC karakterlerinden biri olan Wonder Woman'ın sinemaya aktarılması harika bir olaydı benim için. Hem kadın süperkahraman olgusunun yerleşmesi hem de kadınların yan rolden kurtulup, biz de güçlüyüz diyebilmesinin anahtarlarındandı… İlk çekilen Wonder Woman'dan sonra Justice League çekildi.. Türkçe Adı ile Adalet Birliği.. İlk solo filme karşılık bu filmde, Batman, Superman, Wonder Woman, Flash ve Aquaman gibi DC evreninin süper "yıldızlarını" bir araya geldi.. Hızlı geçiyorum hemen… Bu iki filmin farkı şudur… Wonder Woman filminin Yönetmeni Feminist Patty Jenkins iken Justice League filminin yönetmeni Zack Snyder'dir. Yani bir erkek yönetmen. Bu iki film arasında yaşanan durum şudur, ilk filminde Wonder Woman gayet usturuplu bir şekilde giyinmiş, zaten amazon un o güzelliğine uygun bir kostüm giymiştir. Yeterince açık bir kostümdür ama doğru dizayn edilmiştir. İlk filmde Gal Gadot'un çekimleri genel olarak bel üstü ve normalken, Adalet Briliği filminde aynı karakter tam tersi daha açık giydirilip, kadrajın bel altına inmesi sağlanmıştır? Bu ne saçmalıktı, bu ne şovmenlikti hiçbir anlam veremedim. Tek verdiğim anlam şu idi, 2018 yılında da olsak, kadınlar daha fazla ilgi çekmek için hala kullanılmaktadır. İki film arasında bu konuda çok değişik durumlar var ama incelemeyi uzattığından değinmiyorum.

Tekrar geçmişe dönelim.. Cumhuriyet döneminden önce kadınlara baktığımızda ne görüyoruz? Ben bir şey görmüyorum. Belki birkaç isim ön planda ama onlarda ufak bir kısımda. 1918'lere kadar kaç yazarımız var? 1-2? Kısacası yok denecek rakamlar. Kadınlar yazar mı olacakmış o dönemde tamam tamam gülmeyelim.. Kadınların temel hak ve özgürlüklerini kazanması Cumhuriyet dönemi ve sonrasında olmuştur. Bu nasıl bir rezalettir ki, bir erkek gördüğünde bir kadın arkasını dönüp, yere çömelip başını eğsin ve erkek geçsin.. Bu nasıl biz zihindir ki, erkek önce yürüsün eşi ve kız çocuklar arkadan gelsin, bu nasıl bir mantıktır ki, kadın tek başına çarşıya çıkamasın ? Ülkemiz kadınlarının 1900'ler de ki okuma oranı komiktir. 0,06 gibi bir rakamdır. Yok gibi bir şeydir. Cumhuriyet dönemi sorası neler mi olmuştur? Yazarlarımız, şairlerimiz olmuştur, öğretmenlerimiz ve profesörlerimiz olmuştur, Sinema ve Tiyatro sanatçılarımız, şarkıcılarımız, Bale yapabilen, dans edebilen kadınlarımız olmuştur. Uçak pilotu olmuştur kadınımız.. Köhne bir zihniyetten çıkarılıp, modern dünyanın ilk atılımları olmuştur. O yıllarda Amerika ve Avrupa kıtası bile bu özgürlük kıstaslarına şaşmış kalmıştır. Times'ın o dönemki yayınlarına bakabilirsiniz.

İncelemeyi daha fazla uzatmak istemesem de kısacık bir kitap bana yazdırdıkça yazdırıyor. Son olarak değineceğim konular Ölmek İçin On Üç sebep dizisini izleyerek bir genç kızın başına nelerin gelebileceğini, Damızlık Kızın Öyküsünü izleyerek kadınların toplumdaki rolünün ne kadar düşürülmüş olduğunu göreceksiniz. İki dizinin de kitapları mevcut. Damızlık kızın öyküsü dizisini ilk bölümde bıraktım. Ben katlanamadım bu zulme. Kaldıramadım. Devamında neler yaşandı bilmiyorum. Sizler bakıp öğrenebilirsiniz. Damızlık Kızın Öyküsü ve Ölmek İçin On Üç Sebep (Kitaplar nasıldır bilmiyorum ama diziler fazlasıyla ders verici ve toplumun kadına bakış açısını fazlasıyla gösteriyor.) Daha fazla örnek tabi ki verilebilir ben bunları seçtim. Ema Watson'ı da özellikle takibe alın. Sense8 dizisini izleyerek dünya görüşünüze biraz fark katıp, Black Mirror ile kendinize güzel dersler çıkarabilirsiniz.

Yaptığım eleştireler ve söylemler yaşanmış ve yaşanan şeylerdir. Kadın her zaman toplumdan uzak tutulmak istenmiştir. Kadın küçük görülmüş ve beceriksiz olarak lanse edilmiştir. Hayır kadın bunların hiçbiri olmamakla birlikte çok daha fazlasıdır. Her iki cinsin tabi ki iyi ya da kötü insan türleri mevcut bu durumları konumuzdan ayrı tutuyorum.

Son olarak diyeceğim şudur ki;

Geçmişi, geri giderek değiştiremezsiniz. Geleceği umarak ya da ümit ederek şekillendiremezsiniz. Yaşamamız gereken ne ise şuan yaşadıklarımızdan ibarettir. A'nı yaşayanlar ne geçmişte kalır ne de geleceğin hayalini kurar. Hayatımızın asıl manası tam olarak şuandadır. Bugünden şekillenmedikçe yarının hiçbir önemi yoktur. Geçmişi ders alınacak bir yapı olarak düşünüp, yarın için bugünden harekete geçmeliyiz. Cins ayrımı, ten rengi ayrımı yapmamalıyız. Hepimiz bu dünyanın İnsanlarıyız.. Bunu unutmamalıyız..

Kadın yardıma muhtaç değildir. Kendi başının çaresine bakabilir. Biz erkeklerin yapması gereken tek şey, kas gücüne güvenerek onları sindirmeye çalışmamalıyız. İnanın beyler, beyin gücü kas gücünü yener… ;)

İncelememi sonlandırıyorum.. ve güzel bir söz ile sizlere veda ediyorum…

“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!”

~Mustafa Kemal Atatürk

Kitabı şiddetle tavsiye eder, iyi okumalar dilerim….

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol