cin

nushirevan
görülmeyen, görülmediği için materyalistçiler tarafından inanılması güç, insandan aşağı bir varlık.

Platon'un, kozmopolit insanoğlunun yaşamını pastoral bir anlatıma indirgediği mağara benzetmesi şöyledir:

Platon'a göre bazı insanlar doğduğu günden beri bir mağaranın kapısına sırtı dönük oturmaktadırlar. Başlarını mağaranın girişine doğru hiç çevirmeyen bu insanlar; girişin aydınlattığı duvarda, mağaranın önünden geçen insanları ve onların taşıdıklarının gölgelerini seyrederler. Bu gölgedekilerin ve benzettiklerinin "gerçek" olduğunu kabul ederler. Öyle ki içlerinden birisi çıkıp mağaranın girişine çıksa, gölgeleri oluşturan gerçek insanları görse ve geri dönüp arkadaşlarına gölgelerin gerçek olmadığını, gerçeğin bambaşka olduğunu gösterse dahi, o duvara bakanları görünenden başka gerçeklerin olduğuna inandırması imkansızdır.



Platon'un iki ayrı evrende toplum ve insan analizi yaptığı bu benzetme, günümüz insanının da gerçeği arayışının bir temsili gibidir.

Kendinizi o duvara bakanlardan birisi gibi düşünün. Şimdiye kadar gerçek olarak bildiğiniz gölgelerin, bambaşka şeyler olduğunu anlatmaya geldim. Platon'a göre sizi buna inandırmam imkansız.. ama ben şansımı deneyeceğim:

İnsan ana rahmine düştüğünde algı mekanizmaları tıpkı etrafını çevreleyen çeper gibi sınırlıdır. Ancak gözü kapalı olduğu halde gören, dili çalışmasa bile tat alabilen ve başka alemlere şahit olan bir canlıdır bebek. Yetişkin bir insan "gerçek nedir?" sorusuna, "bilimsel kanıtlar veya duyu mekanizmalarıyla varlığı ispat edilendir" diyebilir. Ancak bir bebek konuşabilseydi, onun için gerçekliğin dayanak noktasının bunlar olmadığını söyleyebilirdi.

Bebekler, bizim aksimize soyut bir alemde yaşamını sürdürürler. Doğduktan sonra bile tavana bakarken gülümsediğinde "melekleri görüyor" diyen nenelerimizin farkında olduğu kadim bir gerçektir bu. Allah'ın lütfettiği bu marifet; acıktığında meme tutma, karnı ağrıdığında ovalanma, yalnız kaldığında anne gözlerini bulma ihtiyacı ile yavaş yavaş kaybolur. Soyut alemlerin kapısı, somut ihtiyaçlardan ötürü yavaş yavaş kapanır. Kimilerine göre 40'ı çıkan bebek, daha önce içinde olduğu soyut alem kapısını kapamaya başlamıştır. Gözlerine, kulaklarına ve nihayet ruhuna inen perdeler; onun dünya hayatına daha sıkı tutunmasını sağlarken, başka bir varlık boyutunu da gizler.

''Âlemlerin Rabbi olan yalnızca Allah'tır.''

Alemlerin çoğul kullanılmasının sebebi, sadece dünya ve ahiret alemlerinden bahsedilmesinden ötürü olmasa gerek. Cinler alemi, ruhlar alemi ve melekler alemi sayısız alemler arasında tek Rabb'ın yalnızca Allah olduğunu bildirirken, başka alemlerin de varlığını bildirmiş olur. Mutasavvıfların "on sekiz bin âlem" olarak tanımladıkları çeşitli âlem kabullerinden de hareketle, bu dünyada görülen gölgelerden bambaşka gerçeklerin de kabul etmek gerekir.



Yılandan korktuğunu ifade eden birisine, psikolog "korkunun üzerine git"mesini salık verir. Kontollü bir şekilde boynuna doladığı yılan sayesinde doktor, hastayı bu korkudan arındırır veya en azından minimize eder. Hasta gerçekten yılandan mı korkmaktadır, yoksa aslında hasta yılanla yeteri kadar teşrik-i mesai mi yapmamıştır? Asıl korku bilinmeyendir. Yılanla yeteri kadar tecrübe yaşayan hasta, aslında yılanla korkusunu değil bilinmeyen korkusunu yenmiştir.

Takdir edersiniz ki bir cini, bir yılan gibi bir insana göstermek ve tecrübe ile bu korkusunu yenmesini sağlamak her iki taraf için de zordur. Ancak tıpkı şu an sizde bir yılanı edebileceğim gibi, cinleri tarif ederek sahip olduğunuz bilinmeyen korkunuzu yenmenizi sağlamaya çalışacağım.

Öncelikle bilmeniz gerekenler şunlar:
1- Yüce Allah'ın gücü aklımızın alıp almayacağı her şeye gücü yeter.
2- İnsan; eşref-i mahluk, yani yaratılmışların en şereflisi, en üstünüdür.
3- Cinler, aciz ve zavallı varlıklardır.

Üçüncü maddeye şaşırdığınızın farkındayım ama gerçek bu. Sadece mağaranın duvarına bakmaktan vazgeçmeniz gerekiyor bunu fark etmek için. Şahsen ben, bir sokak köpeğinden bir cinden korktuğumdan çok korkarım. Çünkü bir sokak köpeği size saldıracaksa; andrenalinizin tavan yaptığı bir noktada beyninizi mantıklı düşünmeye odaklamak ve yerde taş, sopa aramanız gerekecektir. Varsa bir süre caydırıcılık açısından işe yarayabilir. Olur da birileri olaya müdahil olur ve toplamdaki gücünüz köpeğin tehdidini aşarsa kurtulma şansınız vardır. Köpeğin durup dururken size saldırma pozisyonu almak için de mutlaka sebepleri vardır: Aç kalmıştır, yavrularını koruma içgüdüsü harekete geçmiştir, bölgesel bir savunma geliştirmiştir veya sizi bir tehdit olarak algılamıştır filan..

Peki bir cinin size zarar verme olasılığı ne kadardır?

Yüce Allah, insanoğluna merhamet ettiğinden onu çeşitli nurani savunma mekanizmaları ile donatır. Bir çok alim; insan vücudunda, çevresinde, hanesinde çeşitli sayılarda meleğin olduğu iddiasında bulunur. Sadece namazda selam verdiğimiz sağ ve sol omuzumuzdakiler buna bir delil olarak getirilebilir. İşte bu nurani savunma kalkanı, kim olursanız olun sizi bu gibi saldırılardan otomatikman korur.

Cinlere inanmayanların sayılarının bu kadar çok olmasının sebebi, bu korumalı kale içerisinde dışarıyı göremiyor olmalarıdır zaten. İşte bu insanoğlu, velev ki çevresini saran bu rahmani duvarı yıktı ve bir cin ile karşılaştı. Cinin size saldırması için bile bir neden yok ama velev ki zavallı şey size saldırmaya yeltendi. Yapmanız gereken yerde taş, sopa aramak bile değil. İki dudağınız arasındaki bir kaç ayet, biraz dua.. Hatta kalbinizden geçirmeniz bile sizi bir kaç nano saniyede güvene almaktadır.

Elinde incil ve haç ile, içine şeytan girmiş kızın üzerine kutsal su döktüğü halde ölümle yüzleşen papaz figürleri, sizi bu kadar basit bir savunma mekanizmasının imkansızlığına inandırmasına izin vermeyin.



Yılanı tarif edebileceğim gibi tarif edeceğim demiştim. "Tarifimin içine bir kaç bilimsel kelime de atayım, gerçekçi dursun" derdinde değilim ama cinlerin, bilimsel olarak negatif elektron yüklerinden oluştuğuna inanıyorum. (bkz:cinlerin elektrik olma ihtimali) Bu yüzden gözle görünmezler. Birbirine yakın elektronlar, birbirinden uzak elektronlardan daha yüklüdür. Bu yüzden doğduklarında küçük, yetişlinliklerinde büyük ve yaşlılıklarında tekrar küçüktür. Binde bir görme ihtimaliniz bulunan cinler de bu küçük (ancak bir kedi yüksekliğinde) olanlardır.

Elektronları eğer belli bir irade ile hareket ettirebiliyor olsaydık, ışık hızının hemen altında ilerleyen cinlerin hızlarını da anlayabilirdik. Atomaltı iletişimi kavrayabiliyor olsaydık, bir cinin gördüğünü bir ötekinin şahit olmamasına rağmen nasıl anlatabildiğini de anlayabilirdik. Kayıp eşyaların bulunuşunun, fiziksel olarak var olmadığın şeylerin anlatılışının ve bir başta elektron yükünün varlığının tespitinin "büyücülük"ten çok daha basit bir açıklaması olduğunu keşfedebilirdik.

Işık hızı demişken, meleklerin de bir foton türü olduğuna inandığımı söylemeliyim. Işık hızında hareketi, nurani varlıklar oluşu ve elektronlara karşı tepkileri, bir insanın dua okuduğunda cinlere karşı kullandığı bir savunma kalkanının tepkilerine benzer. Sayısı belirsiz melekler, iki dudak arasından çıkan rahmani sözler yüzünden, Yüce Allah'ın izniyle etrafınızı nurdan çemberlerler. Tıpkı güzel sözler söylenen çiçeğin, konuşulmayan çiçeğe göre daha verimli olması örneği gibi..

Bu aşılmaz foton duvarı, negatif elektron yükleri için sizi görünmez kılar. Bir zamanlar akıllı bir adam "büyü, henüz anlayamadığımız bir bilimdir" derken kast ettiği de bu olmalı.

Büyücülüğün; asırlardır en çok kullanılan istismar alanı olduğu gibi, gerçekliği tartışılmazdır. Firavun'a yıldızlardan fal bakıp bir bebeği söyleyen de, onunla büyüdükten sonra yılanlarını yarıştıran da aynı müessesedir.

Yüce Allah, hem müslümanlardan insanlara ve cinlere büyücülüğü kati surette yasaklamıştır ve büyük bir günahının olduğunu da açıkça söylemiştir.

Peki ne yapacağız?

Dolayısı ile büyücülük ile sürekli uğraşan kişinin; bir hoca değil, büyük günahkârlardan olduğunu öncelikle kabul edeceğiz. Bu günahkârın, müslüman cin taifelerinden kullanamayacağından, gayri müslimlerle iş birliği içerisinde olduğunu bileceğiz.

Son olarak, başta da söylediğimiz gibi negatif yüklü elektronlardan oluşan cinlerin, pozitif bir iş yapamayacağını da aklımızdan çıkarmayacağız. Küsleri barıştırmak, aşık etmek, sınavı geçmek, eve bağlamak gibi pozitif niyetler bile size bir hayır kapısı açmayacaktır. Kötülük etmek için bile çaldığınız kapının sesini, bir gün sizin kapınızdan da duymanız muhtemeldir.

Eğer namaz kılıyor iseniz günde 40 defa Allah'ı hitap edip "yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz" dediğinizi de unutmayın.

Allah doğrusunu bilir.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol