şiir çalışmaları bulunan yazarlarımızın kendi kaleminden olan şiirlerini bırakabilecekleri başlıktır.
"Derin bir çöl burukluğu bu, Tane tane kumlarda, rüzgar rüzgar dağılmak bu. Serapların gölgesinde soluklanmak Koştukça hedefe, daha çok uzaklaşmak Bir damla sevgiye, kana kana susamak bu.
Sorarım; sıcaktan üşür müydü insan? Bekleyişlere mal olan fırtınalarda, Çadırsız kalır mıydı insan? Nasıl bir çilenin nezaketi bu Ölümü ödül gibi bekler miydi insan?
Gözlerini boyayan kumlardan, pare pare düş silkelemek midir bu? Çölde gökkuşağını görüpte, Siyahı aramak mıdır bu?
Ey ıssızlığım, Ey kayboluşların ulu rengi! Var olda ister düş, ister serap ile. Kayboluşlarıma yer göster yeter, Bırak, koştukça sana uzaklaş. Gerçek olmadığını bile bile, KOşmassam eğer ta ki son nefesime, Kuraklığından bir parça hasret verme bile!"
Gel gelelim bana sevgilim Özlemekten harap olmuş dilim ve kalbim En içten misafirdir senin güzel yüreğin İçtenliğinle beslenir hayatıma ektiğin çiçeklerin
(Anlık dilime gelen, pek edebi değeri olmayan ufak bi kuple) saygılar
"Bazen bir şarkı götürür seni geçmişe, Fark edersin gözlerin nemlenir hafifçe, Özlem duyarsın çocukluğundaki her şeye, Dönmek istersin tekrar yaşamak, nafile
Bazen bir koku götürür seni geçmişe, Eski baharları ararsın bakmak çiçeklere, Güneşi ararsın yaz kokusunu çekmek içine, Dönmek istersin tekrar yaşamak, nafile
Bazen tanıdık bir yüz götürür seni geçmişe, Sıcak tebessümleri görmek için yüzlerde, Koşup oynamak çocuklar gibi eğlenmek delice, Dönmek istersin tekrar yaşamak, nafile
Bazen bir ölüm,ayrılık götürür seni geçmişe, Bilirsin artık yaşandı bitti her şey güzelce, Gereksiz boğulmak geçmişin nefesinde Artık anlarsın ki, hayat acımasız bir endişe."
"Acının tonu, gözyaşına ne kadar da yakın, Çok fazla renk var ama bize hep siyah düşecek. Tattığın neşe hep geçicidir, aldanma sakın. Âlem ki bir gram huzur sunsa, bin keder verecek.
Yüzeceğin o deniz aşk ise, batar sandalın İçine çektiğin düşlere, nefesin bitecek. Ölüdür ruhu zaten, yaşanmayan bir hayatın, Renginden korkma, deniz seni maviyle silecek.
Ne melem bir sınavdır yarım kalan umutların, Yeryüzüne biraz keder düşse senden bilecek. Cihana sağanak olup yayılır bakışların, Yağma! Toprağa bu kadar hüzün fazla gelecek.
Girdiğin roman yanlış, hiç değişmeyecek yazın, Sığındığın sayfalar bile haline gülecek! Hep bir imtihan bir keder, bu mudur yoksa hakkın? Düşersen kalkma sakın! Hayat hep seni seçecek…"
( bu çok çok eski, ergenlik dönemlerimde kaleme aldığım şiir (bkz:swh) )
Gecenin en kör vakti ve gizemli dolunay, Bulutlar süzülürken önünden sessizce ruh gibi, Sonsuz bir son saklı hasret dolu ay, Büyülü tılsım gibi sensizlik, dehşet verici! Titriyor gökyüzü incileri döküyor birer birer, Gözümde parıldayan ay ışığı seninle kaplamış, Dışı mavi renkli, ince, parlayan değerli bir mücevher, Gönlüm bir sarraf sana nasıl bir değer biçer, Iki damla gözyaşı belki biraz acı yeter?
"Uzaklaştıkça ölümden, belirir aniden, Hissedilebilir çaresizliğin artçıları. Yeltenmek istersin yaklaşmaya içinden, O an tutar seni umutsuzluğun sancıları.
Sığınağın olan hayaller, kayar elinden. Gerçeklere alışmak bitirir baharları. Aldığın tek nefes zorlayınca mâzîden. Gittikçe seversin kapandığın karanlıkları.
Anlaşılmaz bir sitemdir bu gökyüzünden, Söndürür içinde ki maviyi, saklıları. Renksiz kalan bir ruhun solması derinden, Taze bir bedenle, çürütmektir hayatı."
Suriyeli bir gençten dinlediğim şeylerden dilime dolananlar..
Süleyman'a...
Çorba pişiriyordu kısık ateş üstünde Bombalar uçururken zalim kalleş üstünde Harabe bir binanın eviydi sundurması Bulguru ekmek idi, soğan cennet hurması İki kızı bi oğlu dayamışlar sırtını Bir taş duvar yastık, karton sarmış altını Kızları sarılmışlar ısınmak için güya Hava öyle soğuk ki sarılmak bile rüya Oğlan en küçük ama eller cepte ve mağrur Erzağı getirmiş ya, delikanlıda gurur Yaşın dokuz Süleyman! savaş büyük yaşından Eve sahip çıkmayı atsa küçük başından Yardım kamyonlarını kovalamakta ömür Süleymanın gözleri, elleri bile kömür Bir keresinde asker doğrultmuş da silahı Geri durmak bilmemiş, "durma" demiş Allah'ı Şahadet getirip de yürümüş üzerine Tehdidini duymamış, bakmamış mavzerine Asker tedirgin olmuş, korkmuş bu Süleyman'dan Süleyman anlatıyor, dinliyorlar yalandan Bu çorba ısınmadan içleri ısınıyor Biraz da Süleyman sabırları sınıyor "Yapma be Süleymanım! Asker geri durur mu? Kıyamamıştır sana, korkan asker olur mu? Süleyman kızar ama ablalarına kıymaz Zira onlar yerine kimsecikleri koymaz Ablaları da bilir Süleyman yüreğini O asker görse korkar yüreğin çeyreğini İki kızcağız cılız kollarını sarmışlar Un ufak umutları, kardeşliğe karmışlar Gülsüm ile Alime henüz on beşindeler Tavansız dört duvarı ev yapma peşindeler Sabah Alime bulmuş iki örtü getirmiş Veriyor Gülsüm'üne, neymiş? onlar gelinmiş Gülsüm'e yeter zaten kırık ayna parçası Örtünüp dönüyor şöyle, sanki bir ay parçası Plastik kasalardan mutfak yapmışlar bi de Vidaları kuşbaşı, levha oluyor pide Hayal dünyalarında kimseden etmez talep Zira hayallerine dünyada yetmez Halep Kızlar büyümüş ama ne de olsa çocuklar İmanları tamsa da yetkinlikte buçuklar Anaları olmasa kim pişirir çorbayı? Laf dinler mi Süleyman? kim giydirir urbayı? Bir şehir yıkılır da kalır ya hep camisi? Öyle bir ana Minel, çocukların hamisi Yetmiş iki milletin askerleri içinde Amerikalısı gelmiş, Fransızı da Çin de Musallat olmadan bir günleri geçmezdi Her gün bomba yağdırır; kadın, çocuk seçmezdi Kızları büyüyünce hepten bozuldu niyet Yoksa yılar mı Minel, caydırmazdı eziyet Köpekler gibi yer onların enikleri Çoğu geceler aç yatarken minikleri Göçülür müydü yurttan; naçar, ata, babasız Kalınır mıydı burda, aç açıkta sobasız? İki taşın üstünde kaynayan çorba bile Eski bir tenekeden, geliyor hurda dile "Ey kadın ne işin var, burda safi sübyanla Evine dönsen ya sen, kaldın börtü çıyanla? Yaptığın çorba yavan bi soğanı olsa ya? Dört duvarlı yerdesin, bi tavanı olsa ya? Ateş beni yakıyor, üşüyorum yine de Sen ateşten bu yükü taşıyorsun sinede" Minel ne desin ona, hikayesinde hüzün Baharın son demleri, on yedisinde güzün Şehadet şerbetini içmemişti kocası "Gülüm" diyordu ona, o da gülün goncası Sabah çıktıktan beri gelmemişti haberi Yatsı ezanı gelir, bozmamıştı ezberi Sabaha kapısında toplanınca komşular Kadınlar ağlamaklı, simsiyahtı poşular Çocuklar görmesin diye Minel çıktı dışarı Kötü haberdi gelen, gerekmedi işarı Ak çarşafa sarılı, kan kırmızı bir beden Evin direği idi, kalkmalıydı yeniden Yere konuldu şehit, kan boyandı eşiği Göğsündeki mermiler, sırtı bıçak deşiği Düşmüş de bıçaklanmış yetmemiş ki mesule Sakalının üstünde gülümsüyor Resul'e Hayale dalıp giden Minel'i uyandıran Duruşuyla atayı, babasını andıran Süleyman diyor "Ana! Bu çorba bitmedi mi? Sabahtan beri açız, bu zillet yetmedi mi?" "Gelin çocuklar gelin, afiyet olsun size Bu soğukta bi çorba, kebap olur evsize" Çocuklar kor ateşin etrafına toplandı Minel'in göğüsüne tuhaf bir ok saplandı "Hayırdır inşallah" dedi çorbayı kaşıkladı Işık patlamaları, kulakları çınladı Döküldü sıcak çorba paylaşılan kepçede Dağıttılar hayali Halep'te bir bahçede Gözlerini kapayan iki gelinlik kızın Hayalleriyle canı, ölüm aldı ansızın Süleyman da susardı dağlar düşse üstüne Ama ana kokusu, olmaz çorba üstüne Asla çıkarmadığı ak türbanı açılmış Parçalanmış merhamet sağa sola saçılmış İkiye katlanmış acı, ayrı düşmüş belleri Gülsüm'ün ellerinde Alime'nin elleri Süleyman'a dağ yıkın, yıkın yükü sırtına Devirebildi ancak ki bugünkü fırtına Çıkardılar oğlanı taşların arasından İntikam hırsı çıktı, ağırdı yarasından "Allahu ekber!" diyor bütün ehl-i imanı Türk yurduna verdiler, yaralı Süleyman'ı Kardeşlerin üstünde yine eski örtü var Gözlerinden gitmeyen tavansız bir dört duvar Yılları geçse dahi değişmedi bi günde Ellerini cebinden çıkarmıyor bugün de Ama hep kafasında o soruyla sarsıldı "İçebilseydim tadı, o çorbanın nasıldı?"
Süleyman'ı dinledim, soğuk bir kış vaktinde: "Vaadi var Allah'ın, duracaktır akdinde Elbet bir gün şehitlik bize de nasip olur Ata yurdumdur Halep, böyle münasip olur Ama yaşım tutmuyor, bir asker ocağına Yoksa gitmek isterim, anamın kucağına Yaralıları sarar, sarmalar iyi niyet Evsize kucak açmak, ödenmesi zor diyet Lisanı bilinmeyen topraklar yabancıdır Ne de olsa biz yolcu, sizler daim hancıdır"
Ağladı da Süleyman, gözyaşı düşmez kara Acısı dinse dahi, şuncadır pişmez yara Yabancıdır Süleyman "kim kime kardeş ola?" Ne hakkı var ki onun, kardeşe tebelleş ola? Deftere yazsa bir gün yaprak koparmasın mı? Gönül borcu artar da, defter kabarmasın mı? Sıcak yemeği, aşı, pişiyor yamacında "Ensar" olmuş rızayı kazanmak amacında Çıplak ayaklara bot, eldiven parmaklara Zira şimdiden talip, cennette ırmaklara Kırmızı bir hilalin himayesinde çadır Kucak açmış mazluma, uzun boylu bahadır
On iki olmuş yaşı o yetim Süleyman'ın Türkün kardeşi olmuş; arabın, müslümanın Kardeş biliyor çocuk, kaybettiği yerine Top oynuyor sokakta, bakmadan hem terine Sokaklarda işitmiş: "hemen defolsun gitsin!" "Suriyeliler doldu, gönderin olsun bitsin!" Kaçarken uğursuzdan, çakalından kurdundan Nizip'te batan güneş, farklı değil yurdundan İşgalden kaçan çocuk, kadınlar ve yaşlılar Gözlerine baksana, mahçup, eğik başlılar Karanlık bir bez çadır, iki yatak döşeli Kapısının önünde çamur, batak, eşeli Bize kadim hainlik edenlerin tesiri Bizi bizden ayıran nedenlerin esiri Komşun açlık çekerken, tokluğa razı mıyız? Kessinler bizi hadi, biz de kırmızı mıyız? Yokluğu görmeyenler, varlıkta tatmin olmaz Yoklukta var bulmayan, kalbi mutmain olmaz Hani onlar bir zaman vilayetindi senin? Hani Resul'u kabul, riayetindi senin? Kabir ziyaretini sanırsın mücahitlik Bak onların yurduna: topyekün bir şehitlik! "Hemen yerleşmesinler, bilebilmeli yâdı" Ülkemde istenmiyor, Suriyeli'ymiş adı Bak yurdumun gavurla vicdan türdeşliğine! Ne zaman halel geldi iman kardeşliğine?
(bkz:#75824) numaralı giri'de biraz duygusal yazmış olabilirim. Belki de yazmamam gerekirdi. Hastalıklar, hem bu dünya hem de ukba için birer imtihandır. İş odur ki imtihanı geçmeye gayret edelim, sınavı tamamlayalım. Eklemlerim tutmaz olduğu bir dönem şu şiiri yazmıştım:
Eyyub'tan katre kadar ibret almadım sanma Bilmem şifa dilemek sabırdan imtina mı? Hikmetinden de sual olunmaz derler ama Rahmetinden ötürü bitmez mi imtihanı?
Kana boğuldu yine karanlık dehlizlerim Seccade görmez oldu eğilmeyen dizlerim Allah'a ayan ama kullarından gizlerim Sanki yıllardır bünye sıhhate aşina mı?
Şişme ey nefsim şişme, var bunun da kötüsü Eklemden fakirsen de sağlam tut menisküsü "Bilemedim ben" dedi, hekim ordinaryüsü Her hasta onuldu da benimki mutena mı?
Bakma; etmem şikâyet, kabullendim hilkati Şükretmeli bugüne, sürse de meşakkati O lütfu hoş olanın, kahırda hakikati Ya Şafi kabul eyle aciz hamdüsenamı
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır. katkıda bulunmak istemez misin?